Batı Trakya’da yaşayan biz Türkler bir şeyin farkında değiliz; “Gidemediğimiz yer ve koruyamadığımız eser bizim değildir” malesef biz buyuz. Hiç kimse kusura bakmasın. Yıllarca ihmal ettiğimiz Ata yadigarı eserlerimiz birer birer el ve dolayısıyla da din değiştiriyor. Çünkü biz sahip çıkmıyoruz, çıkamıyoruz.
Biz Türklere ait onlarca eseri yıllardan beri birer birer Hristiyanlar sahiplendi. Yavaş yavaş bir mum derken bir ikon, bir ikon derken bir haç, bir haç derken bir çan ve en sonunda bir Bizans bayrağı ile Yunan bayrağını diktiler. Restore ettiler ve sahiplendiler.
Örnekleri var mı? diye soracak olursanız tabii ki bir iki tanesini hemen söyleyeyim.
Dedeağaç bölgesi Ilıca köyünde yüksek tepenin üzerinde bulunan Dedeağaç-Ilıca “Nefes Baba Tekkesi” (Nefes Sultan)
Rodop İli Taşlık Köyünde tepenin üzerinde bulunan “Hıdır Baba Tekkesi”
Dimetoka’da “Mehmet Ali Paşa Türbesi”
Bu yukarıda bahsettiklerim sadece şu an örnek olarak verebileceklerimden bazıları. Daha niceleri var bilirmisiniz?
KÜTÜKLÜ BABA’DA GİDİYOR!
Evet, son olarak İskeçe’nin Gökçeler köyünden aşağı doğru inerken, Kızılcaköy (Polisitos) köyünden sonra Elmalı (Sidini) köyünüde geçtikten sonra Boru Gölü’ne doğru yöneliyosunuz. Gereviz (Selinon) köyüne yaklaşırken köye 100 metre mesafede sol tarafta yer alıyor.
Yaklaşık iki yıl önce restorasyonu başlayan bu önemli ve değerli eser yine kendi kaderine terkedilmiş. Restorasyon yarıda kalmış, bahçesi otlardan ötürü ormanlık olmuş, Türbenin içine kuşlar yuva kurmuş. Birileri gidip ilk girişine kandil ve mum yakma masası ve onun üzerine ikonlar (İkona) koymuş. Birileride bayanlardan olacak ki, kız çocuklarının kafasına taktıkları saç tutmak için kullanılan plastik kıstırgaçları asmaya başlamış. Sizin anlayacağınız faliyet yavaş yavaş başlamış ve ilerliyor.
Türbenin kapısı açık, iç kısmına, yani sandukanın bulunduğu bölüme geçtiğimizde ise duvarda taş pencerenin içinde Edirne Selimiye yazılı havlu ve üzerinde Kur’an- Kerim var. Abdest almak için kullanılan su testileri sağa sola savrulmuş, Namazlıklar yerlerde atalanıyor, yün örme terlikler yerlere saçılmış, tahta takineler ise çoğalmaya başlamış, havlular kesme taş duvarlara çakılan çivilere asılmış.
Sizin anlayacağınız birileri burayı kendi adak ve beklentilerini yaptıkları bir türbe haline getirmeye çalışıyor. Bir taraftanda Hristiyanlar orayı Manastır’a çevirmek üzere ilk adımlarını atmışlar. Oysa bu bir tarihi eserdir ve bize, Atalarımızdan kalmış ve korumak mecburiyetindetyiz. Manzara şu an için içler acısı. Gerçekten bu kadar güzel ve tarihi değeri olan bir eserin durumu bence bu olmamalıdır.
KÜLTÜKLÜ BABA KİMDİR?
Araştırmacılara göre, bu tarihi eserin ismini taşıyan Kültüklü Baba’nın tam olarak nereden geldiği belli olmadığı ifade ediliyor. “Kültüklü Baba, Buhara ve Horasan’dan gelen atalarımızdan Ahmet Yesevi’nin halifelerinden olup, Hacı Bektaş Veli ile Anadolu’ya gelmiş ve daha sonra Rumeli’ye geçmiş. Sofya’da ünlü mutasavvıf (tasavvuf inancını benimsemiş kendini Allah’a adamış kimse) Bali Baba’dan ders görmüş, sonrada buralara tekkesinin olduğu yerlere yerleşerek burada topluma hizmet vermeye devam etmiştir” deniliyor.
İsmail Bıçakçı, kitabında çok ilginç bir rivayetten bahseder:
Bir gün bir gayrimüslim bir vatandaşın tarlasında bulunan Kültüklü Baba türbesi tarlanın sahibi tarafından yıkılmak istenmiş, fakat tam yıkım zamanına yakın bu vatandaş ağır bir hastalığa yakalanmış ve rüyasında bir zatı görerek, bu zat kendisine “bu türbeyi sakın yıkma, senin felaketin olur” demiş. Bu kişi o gece rüyasına giren kişiye yıkmayacağına dair söz vermiş ve iyileşmiştir deniliyor.
Başka bir efsaneye göre de yine bölge halkından bir gayrimüslim vatandaş tekkede altın armaya karar vermiş ve mezarı kazmış fakat hiş bir şey bulamamıştır, türbeden çıkarken bakmış girişte çok güzel bir mermer taş var ne oldu oldu demiş, bari bu taşı alayım ahırda kullanırım ve taşı yerinden sökerek evine götürmüş, ahırın bir yerine koymuş gece olunca yatağına yatmış ve rüyasında Kütüklü Baba’yı görmüş, “aldığın taşı yerine koy, yoksa ölürsün” demiş. Sabaha kadar rüyayı tekrar tekrar görür, sonraki gün şaşkın bir halde bu gecede rüyama girerse bir hal çaresine bakarız demiş. Gece olunca yine aynı rüya, bir sonraki gecede aynı rüya ve vatandaş bir doktora giderek durumu anlatır. Bir sürü tahlil falan adamda bir şey yoktur. Doktor adama “sana rüyanda söyleneni yapmadan bundan kurtulamıyacaksın” demiş. Adam eve gelince hemen söktüğü mermer taşı almış ve eski yerine koymuş böylece rüyadaki kabustan kurtulmuş.
Biraz mistik olsada bu hikayeler belki bir türbenin bugünlere ulaşmasını sağlamıştır. Türbe 16. YY. ait bir yapıdı, tamamen kesme taştan yapılmıştır. İki kubbeli bir yapıdır. Kubbeler kiremit ortülüdür ve iki bölümden oluşur. İlk bölüm boş, (şu an ikonlar ve mum kandil yakma masası bulunuyor) ikinci bölümde bu ulu zatın sandukası vardır. Kitabesi yerinde yoktur ve nerede olduğu bilinmemektedir.
Batı Trakya’da böylesine değerli bir tekkenin varliğı dahi unutulmuştur. Bölgemizdeki bu önemli ata yadigarı türbenin nice badireler atlatarak günümüze kadar ayakta kalması dahi bir mucizedir. Kimsenin bilmediği kuş uçmaz kervan geçmez bir tarlanın ortasındadır.
Böyle güzel bir eserin daha çok tanıtıma, bakıma, korumaya ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Aksi takdirde;
“Gidemediğimiz yer ve koruyamadığımız eser bizim değildir” malesef biz buyuz.
Buhara:Özbekistan’da tarihi bir şehir.
Horasan: Tam olarak bilinmemekle beraber İran’ın doğusunda Afganistan tarafında çok geniş bir alandır.
İlhan Tahsin Ahmet