2040 Yılında Yunanistan’da Ortodoksluk ve “Diğerleri” döngüsünün 4. Yuvarlak Masa Toplantıları kapsamında, “Yunanistan’da ve Avrupa’da İslam” konulu konferans Dedeağaç’taki Grecotel Astir otelinde gerçekleştirildi.
İlahiyat Araştırmaları Akademisi’nden 2040 Yılında Yunanistan’da Ortodoksluk ve “Diğerleri” Çalışma Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Dimitriados Metropoliti İgnatios tarafından koordine edilen Konferansın konuşmacıları Yunanistan Milli Eğitim ve Diş İşleri Bakanlığı Genel Sekreteri Yorgos Kalancis, Atina İslam Camii Yönetim Kurulu Başkanı ve aynı zamanda Atina’daki yeni açılan Caminin ilk imamı olan 49 yaşındaki Fas kökenli Yunan vatandaşı Mohammed Elzahabi, Adyan Vakfı Başkanı, Saint-Joseph Üniversitesi İslami Araştırmalar Profesörü Lübnanlı Bayan Nayla Tabbara ve Trakya Demokritus Üniversitesi Tarih ve Etnoloji Bölümü Yardımcı Doçent Katerina Markou.
Konferansın açılışında Dedeağaç Metropoliti Anthimos bir selamlama konuşması yaptı. Anthimos’un söylediklerinden bazı satır başları şu şekilde:
“Sahte Müftülerin Konsolosluk “koruması” ve ulus karşıtı eylemleri anlaşılmaz.
En önemlisi, Müslümanların Trakya toplumuna eşit entegrasyonudur. Ama bu nasıl yapılabilir, hâlâ Yunanca bilmeyen ya da Yunancası bu kadar fakir olan birçok Müslüman varken?
İki dilli anaokulları ile ilgili söylentiler bu umutlarını öldürüyor ve yeniden bu defasında eğitim bariyerlerini yükseltecekler!
Azınlığın “baskı” gördüğü yönde bazı sesler duyuluyor. Güzergahları, fonları ve hedefleri komşu ülkemizle bağlantılı olan kişi ve kuruluşlardan geliyor.
Trakya’da kısa bir süre sonra Müslümanlardan çok camilerimiz olacak!
Daha da kötüsü, hastanelerde çalışan Müslüman Doktorlar, Hıristiyanlara hitap etmek için Türk dilini kullanıyorlar. Ayrıca sadece Türkçe konuşmaya özen gösteren ve hastalarını “Rumlarla” değil, sadece onlarla konuşmaya teşvik edenlerin olduğunu duydum.
Mahkemelerin, Tapu Kadastro veya Polis’in din temelli politikalar izlediğine, ayrımcılık yaptığına inanmıyorum.
“Partiler Arası Trakya Kalkınma Komisyonu”nun Trakya’da deneyine izin vermeyeceğiz.
“Trakya’nın Denktaş’ı” diye hitap edilmesi, ülkemizin toprak bütünlüğüne saygı göstermiyor. Denktaş, savaş ve işgal demektir. Bu etnik temizlik demektir.
Yüzyıllar boyunca, İslami aşk ve şeref hikayelerini anlattıklarından, Arap masallarından özellikle memnunuz. Biz 2040’ı böyle tasavvur ediyoruz ve bu akşamki toplantımızın vizyonu da dört gözle beklediğimiz şeydir.
Dedeağaç Metropoliti Anthimos konuşmasının tamamında şu ifadeleri kullandı:
“Sahte Müftülerin Konsolosluk “koruması” ve ulus karşıtı eylemleri anlaşılmaz.”
“İslam’ın 2040’ta Hristiyan Yunanistan’ın geri kalanında ve Avrupa’nın geri kalanında nasıl yaşayacağını bilmiyorum, ama çok iyi biliyorum ki, bu iki dünyanın kavşağında bulunan Trakya’da uyum içinde yaşıyoruz, paralel hareket ediyoruz ve adımlarımız tıpkı tren rayları gibi zaman zaman sallanıyor.
Allah’a hamdolsun, yarının şiddetli ve spazmodik olaylarını ortadan kaldırmak için bu konuları bugün sorumlu ve ciddi bir şekilde konuşabiliyoruz. İlişkimizde çatlaklara izin verirsek, o zaman diğer uygulamalar bölgemizde bir yuva bulacaktır.
İki durum bizi “bombalıyor”. Biri bizi hiç etkilemiyor, bu Avrupa’nın artan İslamofobisi, ama ikincisi bizi çok düşündürüyor. Kendi Müslüman azınlığımızdan, bazı aşırılık yanlısı azınlık insanları, istisna olarak, Türkiye’nin ülkemize yönelik kışkırtıcı tavırları devlet hoşgörüleri ile başdaşmamaktadır.
Dünya çapında ve aynı zamanda Trakya’da (Batı) güçlü bir şekilde şekillenen soru, İslam’ın bir din olarak mı yoksa bir siyasi sistem olarak mı işlev gördüğüdür!
İslam bir din olarak mı işliyor, yoksa siyasi bir sistem olarak mı! Madem İslam bir din, o zaman neden politikacılar tarafından teşvik ediliyor ve uygulanıyor? Batı dünyasında bu yöntemler Orta Çağ olarak karakterize edildi!
Madem İslam bir din, sahte Müftülerin (Seçilmiş Müftüler) herhangi bir teolojik sapması anlaşılabilir, ancak Konsolosluk “koruması” ve ulus karşıtı eylemleri anlaşılmaz.
Trakyalı Müslümanlar Yunan vatandaşıdır ve bu yüzden aynı zamanda Avrupa vatandaşıdırlar. Ve bu, dinleri ne olursa olsun Yunan vatandaşlarının çok güçlü bir müktesebatıdır. Bu iki niteliğin, yani Yunanlının ve Avrupa yurttaşının bağlantısı birbirinden ayrılamaz ve karşılıklıdır.
Bu ne tartışılabilir ne de bir kimse tarafından inkar edilebilir. Ve dinleri ne olursa olsun, Yunan vatandaşlarının çok güçlü bir müktesebatıdır. Sorun, başka bir ülkenin (bir Avrupa devletinin %40’ını işgal eden ve elinde tutan ve aynı zamanda ülkemizin toprak bütünlüğüne meydan okuyarak, bizi yasadışı bir savaş nedeni ile tehdit eden), Yunan vatandaşları adına, sanki bir Avrupa devletiymiş gibi konuşmasıyla başlıyor. Yunanistan’da yaşayanlar sanki kendi vatandaşları gibi hareket ediyor. Komşu ülkemizin kendi Müslüman azınlığımızı kendi ulusal çıkarlarına hizmet etmek için Yunanistan’ın aleyhine kullandığı ve Müslümanların kendilerine samimi bir ilgi göstermediği açıktır.
Ama burada, bir arada yaşayan, aynı dertleri, aynı sevinçleri, aynı üzüntüleri yaşayan Hıristiyanlar ve Müslümanlar, birlikte çalışmak, aynı zamanda eski ya da yeni hataları düzeltmek için de çalışmalıyız.
Birincisi ve en önemlisi, Müslümanların Trakya toplumuna eşit entegrasyonudur. Hıristiyanlar ve Müslümanlar, bölgemizin zenginliğini artırmak için ortak çabaların yaratılmasına katılmalıyız ve sonra Müslümanlar ve Hıristiyanlar, dinimize göre değil, yalnızca kendi değerimize göre ailelerimizin refahına sevinelim.
Ama bu nasıl yapılabilir, hâlâ Yunanca bilmeyen ya da Yunancası bu kadar fakir olan birçok Müslüman varken? Yükseköğretim kurumlarına kabul edilmeleri için kontenjan ölçüsü çok doğrudur, ancak bu dil eksikliğinden başka ne doğrulanır? Kota, doğası gereği geçişli bir ölçüdür.
Ne zamana kadar yürürlükte olacak? Müslüman ve Hıristiyanlar için Türkçe veya Pomak dilini bilmek elbette bir haktır, aynı zamanda bir avantajdır. Ancak Yunan dilini öğrenme fırsatından mahrum kalmak, kültürel bir balonun içinde, sosyal bir gettoda sıkışıp kalmak, onlara sadece Yunanistan’da değil, Balkanlar ve Avrupa’da da büyük fırsatlar sunan vatanlarına işlevsel olarak katılmamak bir suçtur.
Çocuklarının Yunancayı iyi öğrenmesini, eğitim görmesini ve sivil topluma girmesini isteyen Müslüman anne babaların saygılı feryatlarını duydum. Yani, iki dilli anaokulları ile ilgili söylentiler bu umutlarını öldürüyor ve yeniden bu defasında eğitim bariyerlerini yükseltecekler!
Azınlığın “baskı” gördüğü yönde bazı sesler duyuluyor. Elbette bu sesler bizim küçük toplumumuza tanıdık geliyor. Güzergahları, fonları ve hedefleri komşu ülkemizle bağlantılı olan kişi ve kuruluşlardan geliyor.
Her seferinde söylemeleri gereken ve kendilerine söylenen şeyi tekrarlıyorlar. Dolayısıyla, bu kişi ve kuruluşlar ne derse desin çoğunluk onları reddederken, Müslüman Yunan vatandaşları sessiz kalıyor, çünkü bireyler olarak başka bir ülkeden, derneklerden ve medyadan finanse edilenlerle çatışamıyorlar. Bu nedenle Azınlığı ilgilendiren konuların yerine Atina’ya tamamen değişik talepler ulaşıyor.
“Trakya’da kısa bir süre sonra Müslümanlardan çok camiler olacak!”
Camilerle ne olacak? İmamların vaazlarında Kuran’ın değil de siyasi referansların hakim olduğu doğru mu? Bu tür vaazların Trakya toplumunun temellerinde bir bomba olduğunu kim anlamaz ki? Tanınmış kuruluşlardan “dini özgürlük” hakkında şikayetler duyuyoruz ama şimdi bir espiri yapalım: Trakya’da kısa bir süre sonra Müslümanlardan çok camilerimiz olacak!
Dini ihtiyaçlara hizmet etmek başka, dini mekanlar aracılığıyla güç göstermek başka şeydir. Çünkü küçük bir köye büyük bir cami inşa etmek bir güç gösterisidir.
Azınlık okullarında okutulan kitaplarda, öğrencilerin “başka” bir ülkenin vatandaşı olduğunu ve asıl vatanlarının “başka” olduğu algısının geliştirildiğini duyuyoruz. Bunun doğru olup olmadığını bilmiyorum, bu yüzden bu tür söylentilerin ortalıkta dolaşmaması için Eğitim ve Din İşleri Bakanlığı’nın bu konuda bilgi vermesi gerekiyor.
“Daha da kötüsü, Müslüman Doktorlar, Hıristiyanlara hitap etmek için Türk dilini kullanıyorlar”
Müslüman kardeşlerimizin Trakya hastanelerinde her makamda hizmet vermesi çok doğru ve adildir. Şahsen ben, Müslümanların sevdiklerinin sağlığı için, hastanemizde haysiyetli bir yerde dua etmeleri için bir Mescit oluşturulması için yönetim kuruluna dilekçe vererek oluşturulmasını önerdim ve işleyişini destekledim.
Ofislerde istedikleri dili kullanma hakları vardır. Ancak tıbbi konularda diğer meslektaşlarının anlamadığı bir dil kullanmak ve daha sonra hastayla konuştuklarını onlara bildirmemek insanların hayatlarını tehlikeye atabilir.
Daha da kötüsü, Hıristiyanlara hitap etmek için Türk dilini kullananların olduğunu ve Hıristiyanlar onlarla Yunanca konuşmak istediklerinde, onlarla konuşmak için başka bir doktor veya hemşire çağırdıklarını duydum. Ayrıca sadece Türkçe konuşmaya özen gösteren ve hastalarını “Rumlarla” değil, sadece onlarla konuşmaya teşvik edenlerin olduğunu duydum.
Kesinlikle, bahsettiğim şeyler istisnadır. Ancak istisnalar, bazılarının sağlık ve günlük iletişim konularını siyasi meselelere dönüştürmeye çalıştığını, bundan kazanç sağlayacaklarını, ancak ülkemizin kaybedeceğini ve hem Hıristiyanların hem de Müslümanların kaybedeceğini gösteriyor.
Şunu açıklığa kavuşturalım ki bu anlattıklarımın merkezi düzenlemelerle ya da hastane yöneticilerinin kararları ile çözülmez. Bunlar, Hipokrat yeminine, sağduyuya ve hastaların ilgisine dayanarak doktorların ve hemşirelerin kendileri tarafından ele alınması gereken konulardır. Birkaç kişinin Trakya’da elde ettiğimiz başarıları dinamitleyecek mantıklar dayatmasına izin vermek mümkün değil.
“Ayrımcılıkların olduğunu duyuyorum, ama inanmıyorum”
Pek çok Hristiyan’da Tapu Kadastro Dairesi ve Emniyet Müdürlüklerinin sırf Müslüman oldukları için Yunanlı Müslümanların kanunsuzluklarına göz yumduğu izlenimi yaratılmıştır. Ama Müslüman arkadaşların tam tersi olan şikayetlerini de duyuyorum. Hristiyanlar ve Müslümanlar birlikte bu durumdan hoşlanmazken, Vergi Dairesi ve hiç kimse Vergi Dairesi’nin ya da Mahkemelerin kararlarında dini dikkate aldığını söylemiyor.
Tapu Kadastro veya Polis’in din temelli politikalar izlediğine inanmıyorum, ama tabi ki bu algının neden oluştuğunu görmeleri ve ortadan kaldırmak için ne yapmaları gerekiyorsa yapmaları gerekiyor.
Mizahlı bir şekilde söyleyelim: Herkesin bir başkasının yararına çalıştığını söylenmesi yerine, Hıristiyanlar ve Müslümanların Vergi Dairesi’ni lanetlemeleri daha iyidir. Bu konularda çok dikkatli olunmalıdır, çünkü oradaki aşırılık yanlıları, yılan yumurtasının kuluçkalanacağı doğru koşulları yaratmak için argümanlar arıyorlar. Ülkemizde hiçbir dini azınlığın en ufak bir şeyden mahrum kalmasını istemiyoruz. Hele Trakyalı Müslüman hemşehrilerimiz.
“Partiler Arası Trakya Kalkınma Komisyonu’nun deneyine izin vermeyeceğiz.”
Ve biz, dört Trakya Piskoposluğunun Metropolitleri, sizi temin ederiz, çünkü dini geleneğin kişilerin ve grupların ruhundaki hassasiyetini diğerlerinden daha iyi biliyoruz. Aynen din savaşlarının trajedisini çok iyi biliyoruz. Ahenkli adımlarımızı sarsacak hiçbir propaganda ve kışkırtıcı taktikler istemiyoruz. Bölgemizde bir asırdır olumlu bir şekilde çalışan bu kurumsal verileri, zar atarak dünya geneli herhangi bir Partiler Arası Komisyonun (Partiler Arası Trakya Kalkınma Komisyonu) deneyine izin vermeyeceğiz.
Dünyanın birçok yerinde şu soru ortaya çıkıyor: İslam, Batı standartlarındaki toplumlarda bir arada var olabilir mi? Sizi temin ederiz, evet! her batılı ülkenin dini ve kültürel kimliğine ve hepsinden önemlisi Anayasa’ya ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne saygı duyduğu sürece bir arada var olabilir.
“Ülkemizin toprak bütünlüğüne saygı göstermiyor.”
Şimdi artık cami olan Ayasofya Camii’nde kutlamaya giden ve fotoğraf çektiren Trakya’nın Müslüman Yunan Belediye Başkanı, yurdumuzun kendine has özelliklerine saygı duymuyor. Müslüman Trakyalılar tarafından komşusuna gelen bir ziyaretçiye “Trakya’nın Denktaş’ı” diye hitap edilmesi, ülkemizin toprak bütünlüğüne saygı göstermiyor.
Denktaş, savaş ve işgal demektir. Bu etnik temizlik demektir, çünkü Türk askerlerinin Kuzey Kıbrıs’ta yaptığı buydu. Müslümanların Hristiyan Trakyalılara vermek istedikleri mesaj bu mu?
“Sahte bir Müftü Hıristiyanlara ne mesaj veriyor?”
Bir gün, “Hitler iyi iş çıkardı ve Yahudileri sabunlaştırdı” diyen ve ertesi gün Kudüs’ün Siyonistlerden kurtuluşu için kutsal savaş çağrısı yapan sahte bir Müftü Hıristiyanlara ne mesaj veriyor?
Maniheist terimlerle, laik demokratik Batı ile İslami Doğu arasındaki stilize çatışma, modern gerçekliği yansıtmaz. 11 Eylül’de Batı’da cihatçıların düzenlediği onlarca terör saldırısı ve Batı’nın İslam ülkelerini işgalleri, Batı ile Doğu arasında yaralar açmış, köprüsüz uçurumlar yaratmıştır. Bu doğrudur.
Ancak biz burada Trakya’da inatla bu tür şizofrenlerden uzak durduk ve yeni bir ilişkiyi perçinleştirdik. Bazen Türkiye’nin desteğiyle zaman zaman gözlenen provokatif eylemlere rağmen, Trakya’da Hristiyan ve Müslümanlar barış içinde bir arada yaşıyoruz. Eski günahları kazmıyoruz, başka modelleri taklit etmiyoruz, yaşamlarımız ve ruhlarımız üzerinde tehlikeli deneyler yapmıyoruz. Bu mantıklar, hem Yunan hem de Avrupa kültürel gerçekliğinde uyumlu bir birlikte varoluşu öngörmez. Trakya’daki bu tür taktiklerin tüm Avrupa için istikrarı bozucu olduğu kaydediliyor.
Bayanlar ve Baylar;
Yüzyıllar boyunca, İslami aşk ve şeref hikayelerini anlattıklarından, Arap masallarından özellikle memnunuz. İslam’ın altın çağından kalma Arap harfleri ve sanatları, dünya edebiyatı ve sanatında bulduğumuz şekliyle bizim için tanıdık ve değerlidir. Biz Yunanlılar, edebiyatın ve felsefemizin Batı’ya gelişi için köprüler olarak Habeşlilere ve İbn Rüşd’lere ne borçlu olduğumuzu biliyoruz.
Bu nedenle Hıristiyanlıkla-İslam’ın, inançlar arası diyaloğun tek boyutlu ve katı görüşlere hapsolması doğru değildir. Ortodoksluk, ne Haçlı Seferleri ile ne de Katolik ve Protestanların hata ve tutumlarıyla suçlanmaz. İslam’ın Sünnileri ve Şiileri vardır, Sufileri, Bektaşileri ve Alevileri vardır. Onları teşhis etmek ve hatalarından dolayı birbirlerini suçlamak haksızlıktır.
Dini-teokratik devletlerin kurulmasını müjdeleyen, çeşitliliği ve heterojenliği ortadan kaldıran, insan hakları ve laik özgürlükler için savaşan dinlerin post-modern dünyamızın modern karmaşıklığında yeri ve rolü yoktur.
Biz 2040’ı böyle tasavvur ediyoruz ve bu akşamki toplantımızın vizyonu da dört gözle beklediğimiz şeydir.”