Türk Ocakları ve Türkiye Kamu-Sen’in, Türkiye Kamu-Sen Genel Merkezinin toplantı salonunda düzenlediği “ULUSLARARASI CENDEREDE İKİ TÜRK VATANI: KIBRIS ve BATI TRAKYA” konulu panel 26 Kasım Cumartesi günü gerçekleştirildi.
26 Kasım Cumartesi günü Türk Ocakları ve Türkiye Kamu-Sen’in, Türkiye Kamu-Sen Genel Merkezinin toplantı salonunda düzenlediği, oturum başkanlığını Türk Ocakları Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. A. Filiz Yavuz’un yaptığı “ULUSLARARASI CENDEREDE İKİ TÜRK VATANI: KIBRIS ve BATI TRAKYA” konulu panele konuşmacı olarak;
Doç. Dr. Soyalp Tamçelik – Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi,
Av. Necmettin Hüseyin – Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği Genel Başkanı,
Av. Burhaneddin Hakgüder – Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği eski Genel Başkanı,
Nejat Çohal – Araştırmacı, Yazar katılımları ile gerçekleştirildi.
Panelde ilk olarak sözü alan Doç. Dr. Soyalp Tamçelik aslen Kıbrıslı bir Türk olduğunu belirterek sözlerine başladı. Kıbrıs meselesinin hamasetten uzak objektif yargılarla değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen Tamçelik, 1878’den bu yana sorunun devam ettiğini aktardı. Özellikle toprak ve kıyı şeridi noktasında ciddi bir anlaşmazlık olduğunu belirten Tamçelik, Rumların 1974 yılının rövanşını almak istedillerini söyledi. Siyasi bir kimlik oluşmadığı sürece hiçbir birleşmenin sonucunun başarılı olamayacağını vurgulayan Tamçelik, adada yaşanan sıkıntıların çoğunun Rumların aksiyoner ve etkisel davranmalarından ötürü ortaya çıktığını söyledi ve buna binaen Türklerin tepkisel kaldıklarını ekledi. Bölgedeki asıl çatışmanın kültürel kimlik çatışması olduğunu söyleyen Tamçelik, diğer meselelerin ikinci planda kaldığını anlattı. Bu kimlik çatışmasının siyasal alana taşınması ile bölgenin uluslararası tanınırlık meselesinin sürekli masada olduğunu söyleyen Tamçelik, her iki tarafta da bencillik ve geçmiş için gelecekten öç alma durumunun olduğunu aktardı. Ada ile alakalı birçok anket çalışmasını gösteren ve analizlerini yapan Tamçelik, anketlere dayanarak en iyi ihtimalle federasyonla ve toplumsal, siyasi ve ekonomik ihtiyaçların karşılandığı durumda bir birlik olabileceğini söyledi ve bu isteniyorsa adada bir üst kimliğin oluşması gerektiğini vurguladı. Yaptığı değerlendirmelerde Rumlar ve Türklerin beklentilerinin ve isteklerinin her durumda çok farklı olduğunu ifade etti. Ardından sözü Nejat Çoğal’a bıraktı.
Adada yıllardır barış görüşmelerinin sürdüğünün ve hiçbirinin başarılı olamadığını söyleyen Çoğal, Kıbrıs’ta tarafların referanduma gitme ihtimalinin olduğunu söyledi. Kıbrıs’ın Türklerin savaşarak kazandığı son toprak olduğunu ve stratejik öneminin büyük olduğunu söyleyen Çoğal Kıbrıs’ın ve görüşmelerin tarihi sürecini özetledi. Self determinasyon başvurularını, Rum baskısı, Yunan darbesini ve Kıbrıs Barış Harekatı sürecini anlatan Çoğal, GKRY’nin AB üyeliğinin işi çıkılmaz boyuta soktuğunu ekledi. AB’nin Türkiye’yi müzakereler sürecinde sürekli Kıbrıs üzerinden sıkıştırdığını söyleyen Çoğal, GKRY’nin çözüm parametereleri değişmediği sürece çözüme ulaşılamayacağını söyledi.
Doç. Dr. Soyalp Tamçelik ve Nejat Çohal’ın Kıbrıs davası ile ilgili konuşmalarından sonra söz alan Genel Başkan Av. Necmettin Hüseyin’in konuşmasının tamamı aşağıdadır.
Hüseyin “Sayın Genel Başkanım, sayın katılımcılar Batı Trakya Türkleri Dayanışma Dernekleri adına hepinizi saygı ile selamlıyorum.
Ben Batı Trakya konusunu burada kısa bir sürede sizlere anlatmayı planlıyorum. Çünkü yaklaşık bir buçuk saatlik Kıbrıs konusundan sonra, hafta sonu kendilerine belli planlamalar yapmış katılımcıların bu programlarını aksatmak istemediğimden yaklaşık 30-35 dk sürecek slayt gösteriminden vazgeçtim.
Türk Ocaklarına’da gerçekten Türk Devleti için, Türk Milleti için dava diye nitelenen iki yurdu bir araya getirerek tekrar gündeme taşıdığı için teşekkür etmek istiyorum.
Eski Genel Başkanımız Burhaneddin Hakgüder ile bugün sizlere Batı Trakya konusunu anlatmaya çalışacağız. Ben Batı Trakya’daki Türk varlığını geçmişten günümüze getireyim, Burhaneddin bey de değerlendirmelerini yapar soru cevap kısmında da eksik kalan bölümleri tamamlarız.
Batı Trakya’ya bakmadan önce Yunanistan’ın geçmişine bakmamız gerekirse, Yunanistan 1821 yılında bağımsızlık kakışmasına başlamış, 1830 yılında da Mora Yarımadasında Güney Yunanistan’da ilk Yunan Krallığı kuruluyor. Daha sonrasında 1847’ye kadar genişlemesi var, ama asıl genişleme Balkan savaşları döneminde Kuzeyde Makedonya bölgesi katılıyor ve son olarak 1923’te Lozan Antlaşması ile de Batı Trakya kısmı Yunanistan sınırları içine dahil ediliyor. Tabi burada Sevr Antlaşması ile Yunanistan’a geçen toprakların da Lozan Antlaşması ile tekrar Türkiye’ye iade olduğunu görüyoruz.
Yunanistan bugünkü sınırlarına geliyor, bugünkü sınırlarına gelirken tabi Batı Trakya’da Türk varlığının bir geçmişi var. Batı Trakya Türk varlığının Yunanistan’ın tarihi ile endeksli bir tarihi yok. Orta Asya’dan, Balkanlara Türk göçü İskit Türkleri ile başlıyor. Devamında sırasıyla Hunlar, Avarlar, Peçenekler ve Kuman Türkleri bölgeye geliyor. 14. Yüzyılda da 549 yıl sürecek Osmanlı hakimiyeti başlıyor. Bu dönemde tabi Osmanlıda millet sistemi var, millet sisteminin temelinde de Müslüman toplumu var. Batı Trakya Türk Azınlığı da, bu Müslüman toplumun bir parçası. Bunun dışında Osmanlı himayesinde bölgede gayri Müslim azınlıklar da yer alıyor.
1821 yılına kadar bu Yunanistan’ın bağımsızlık kalkışmaları ve 1830 yılında bağımsızlığın ilanı ile birlikte 1923 yılına kadar bölgede peyder pey bir genişlemesi var. Tabi burada bir ara dönem geçiyor, bizim için Batı Trakya Türk toplumu için çok önemli olan bir tarih yaşıyoruz. Tarihteki ilk Türk Cumhuriyetinin kurulduğu 31 Ağustos 1913’te bu onuru yaşıyoruz Batı Trakya’da. Tabi bu Cumhuriyet pek uzun ömürlü olmuyor Batı Trakya açısından, 57 gün gibi bir süre devam ediyor. 29 Ekim 1913 tarihinde İstanbul antlaşması ile de Batı Trakya Bulgaristan’a terk ediliyor.
Batı Trakya’da 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile bugünkü statüsüne geliyor. Lozan Antlaşmasının özelliği nedir? Karşılıklı mübadele, mübadele dışında kalan toplulukların da azınlık statülerinin tescillenmesidir. Lozan bugünlerde çok tartışılıyor ama tartışılmayan tek bölümü azınlıklar ile ilgili olan beş maddesidir. Hiç tartışılmayan bölümünde bizler yer alıyoruz.
Yunanistan’da tabi başka azınlıklar da var bakıldığında, Arnavut, Makedon azınlığı, Bulgar azınlığı, Ermeni ve Yahudi azınlığı bunlar zaman içerisinde eriyor. Ama resmi azınlık olarak sadece Batı Trakya Türk Azınlığı var ve varlığını da devam ettirebilen tek azınlık konumundadır şu anda. 1923’ten bu yana mücadelesini top yekun olarak devam ettiriyor. Görselde haritalar vardı, 1912 Edirne vilayetine bağlı Bulgar, Türk ve Yunan topraklarını gösteriyordu. Burada Batı Trakya kesimine baktığımızda 1913 yılında Batı Trakya Türk Cumhuriyeti kurulduğunda nüfusun % 78’inin Türk olduğunu görüyoruz.
1923’te Lozan Antlaşması döneminde, Batı Trakya Türk Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Kırcaali bölgesi çıkınca daralan alanda Türk azınlığının oranı %80’lerin üzerine çıkıyor. Günümüze geldiğimizde ise %45ler civarında bu oran.
1923 Lozan Antlaşması imzalandığında Batı Trakya’daki toprakları %84’ü Türk azınlığın elinde iken günümüzde bu oran %24’lere gerilemiş durumdadır.
Tabi bu arada Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin bayrağı da burada, bayrak üzerindeki yeşil İslamiyeti, siyah matemi, beyaz aydınlık bir geleceği, ay ile yıldız ise Türklüğümüzü simgelemektedir, bizler için Batı Trakya Türk Cumhuriyetinin bayrağının anlamı budur.
Batı Trakya’nın coğrafi sınırlarına gelince Doğuda Meriç nehrinin batısından başlayıp, Batıda Karasuya kadar, Güneyde Ege Denizi, Kuzeyde de Bulgaristan sınırına kadar olan 8578 km karelik bir alanda yaşıyoruz.
Ben Gümülcine doğan birisiyim halen Yunanistan ile oradaki yaşayan yakınları ile bağlarını koparmamış biri olarak Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneğinin 70. Yılında 21. Genel Başkanı olarak görev yapmaktan onur duyuyorum.
Demografik yapı açısından da biraz bilgi vereyim, demografik yapı açısından şu anda bölgede yaşayan iki temel unsur Türkler ve Yunanlılardır. Bölge nüfusu 2011’lerde 369 binlere gelmiş durumdadır. Fakat Batı Trakya Müslüman Türk azınlığının sayımı 1950’lerden beri sayılmıyor. Çünkü artık din ve ırk ayrımı açısından sayım yapılmadığı için 150 bin ile 155 bin arasında bir rakama nüfusumuz çekilmiş durumda. En yoğun olarak Rodop İlinde %50 oranında Türk nüfusu mevcut, İskeçe ilinde %45’ler civarındayız, Meriç ilinde Dedeğaç merkezde binlerle ifade edilen rakamlarla 8-10 bin civarındayız. Düşünün Lozan Antlaşmasında bu ilde 25 bin civarında Türk yaşamaktaydı. Sınır bölgesinde yaşayanlara özellikle baskı yapılarak göç etmeleri sağlanmış ve bugünkü rakamlara inmiştir. Bu arada Lozan Antlaşmasının imzalandığı tarihte de Batı Trakya’daki Türk nüfusu 129 bin kişidir.
Bölgesel olarak oradaki yapıyı anlatmak adına, bulunan kurumlarımızı da özetleyerek anlatmak istiyorum. Müftülüklerimiz var, fakat buradaki müftülüklerimizi Türkiye’deki herhangi bir ilin müftülüğü ile karşılaştırmamak lazım, Oradaki müftülüklerimiz tamamıyla oradaki toplumun özerkliğinin temsilidir. Burada halk tarafından seçilen müftülerin görev başında olması gerekiyor. Fakat gerçekte öyle mi? Hiçbir şeyde normal şartları yaşamadığımız için burada da halk tarafından seçilen müftülerimizin yanında, Yunan Devletinin atadığı müftüler de görev başında ve Gümülcine ile İskeçe’de ikişer müftü görev yapmaktadır.
Yunan devleti resmi işlemlerde kendi atadığı müftüleri dikkate almakta, azınlık tarafından hiçbir şekilde kabul edilmeyen insanlar bunlar. Azınlık insanımızın seçtiği İskeçe’de Ahmet Mete, Gümülcine’de İbrahim Şerif müftülük görevlerini yürütüyor. Halkın seçtiği ve tanıdığımız müftülerimizdir.
Batı Trakya’da eğitim azınlığa ait çift dilli eğitim veren İlkokul, Ortaokul ve Liselerle sağlanmaktadır. Bu kurumların statüsü Lozan ile sağlanmış ve geçmişte bunların Türkçe ders saatleri çok daha yoğun idi, ama günümüzde düştü, şartlar çok kötüleşti, gittikçe kötüye giden bir süreç mevcut.
Şu anda iki tane lisemiz vardır. Bunlardan biri ilişkilerin baharında 1952 yılında Gümülcine’de açılan Celal Bayar Lisesi, diğeri de İskeçe Muzaffer Salihoğlu Lisesidir. Fakat ikisi de anahtarları teslim edilirken nasıl açıldı ise bugün aynı durumdadır. Genişletelim, yenisini açalım dendiğinde kabul edilmiyor.
Yunanistan Başbakanı Çipras geçtiğimiz günlerde Batı Trakya ziyaretinde, nüfusun tamamını Türk’lerin oluşturduğu, Türk Belediye Başkanı tarafından yönetilen Gümülcine Kozlukebir Belediyesini ziyaret ettiği Sirkeli’de halka hitap ederken, Batı Trakya’da sanki her şey normalmiş gibi, azınlığa normal koşullar yaşatılıyormuş gibi “biz başka ülkelerin vatandaşlarımıza müdahalesini hiçbir şekilde istemiyoruz ve müsaade etmeyeceğiz” dedi. Herhalde buradaki azınlığın Türkiye ve Uluslararası güvence altında olduğunu unuttu.
Kıbrıs sorunu müzakere masasında çözüm yolları aranıyor, Türkiye – Yunanistan arasındaki sorunlara bakıyorsunuz, Kıbrıs ve Ege sorunu ön planda ondan sonra 3. Sırada Batı Trakya sorunu geliyor. Yani Batı Trakya sorunu 3’ten yukarı çıkamıyor, her daim buzdolabında tutulan bir sorun. Maalesef bunun canlı örneğini de dün sayın Çipras bize yaşattı.
Vakıf İdare Heyetleri, camilerimiz, sivil toplum kuruluşları sorunları önemli sorunlarımız. Sivil toplum kuruluşları ile ilgili sorunlara birazdan değineceğim. Temelde Batı Trakya sorununun etnik kimlik inkarı sorununa dayalı olduğunu söylüyoruz. Müslüman deyin Batı Trakya’da Yunanistan açısından hiçbir sorun olmuyor. Ama tabi Yunan Müslüman’ısınız diyorlar. Bizde diyoruz ki bir insanın etnik kimliğini, damarlarında akan kanı değiştirme şansınız yok. Elhamdülillah Müslümanız, ama biz Türk’üz. Benim anneme sorsanız siz nesiniz deseniz, ben Müslümanım der, sen Türk değimlisin deseniz, e Müslümanlık Türklük değil mi der. Yani Batı Trakya’da milli ve dini duyguları bu kadar iç içe geçmiş kavramlardır. Ama tabi Yunan devleti bunun tam tersine bunu topluma dikte etmeye, yaşatmaya devam ediyor.
Etnik kimlik noktasında önemli dönüm noktalarını saymak istiyorum satır satır.
Azınlık statüsüne 1923 Lozan Antlaşması ile geldik, 1923 – 1954 yılları arasında normal diyebileceğimiz bir süreç, 1927 de İskeçe Türk Birliği, 1928 de Gümülcine Türk Gençler Birliği, 1936 Türk Öğretmenler Birliği kuruldu. İsimlerinde Türk kelimeleri geçiyor. 1950 yılına gelindiğine bahar dönemi yaşandı ve iki ülke arasında Kültür Protokolü imzalandı. Okullara Türk ismi içeren tabelalar asıldı.
Sonrasında geriye dönüş başladı, 1955’ten itibaren özellikle 6-7 Eylül olaylarının tırmandırdığı bir süreç oldu ama devamında tabi 1967 cuntası geldi, Yunanistan’da demokrasi kesintiye uğradı. Türklerin üzerindeki baskılar devam etti. 1950 yılına kadar verdiklerini aldıkları dönem oldu bundan sonraki dönem tabi.
Bugün burada Kıbrıs ve Batı Trakya ismi yan yana, tabi ki 1974’te Kıbrıs Barış Harekatı oldu. Kıbrıs harekatının bedelini Türk Milleti kadar, Kıbrıs Türkleri kadar, Batı Trakya Türkleri de ödedi. Devamında da ödemeye devam etti. 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etti, peşi sıra da Batı Trakya’da valilik kararı ile üç tane güzide kurumumuz, az önce isimlerini saydığım Gümülcine Türk Gençler Birliği, İskeçe Türk Birliği ve Türk Öğretmenler Birliği, 1983 yılında isminde Türk kelimesi var diye kapatıldı. Kıbrıs’taki Cumhuriyetin bedeli, orada tabela indirmek oldu. Sıkıntıların hat safhaya çıktığı nokta aslında Kıbrıs’la özdeş biçimde olmuştur. Burada baktığımızda 1987 yılına kadar bu kapatma kararı ile ilgili iç hukuk devam ediyor. 1987 yılında tamamlanan dava süreci ile tabelaların hiçbir şekilde asılamayacağı tescillenince, bu tarihten itibaren top yekün kimliğin inkarı politikasına geçildi. Bununla birlikte toplum da reaksiyon verdi ve 29 Ocak 1988 tarihinde 10 binler Gümülcine’ye inerek biz Türk’üz diye bağırdı.
İnsanlar sokakta dayak yedi, 6-7 Eylül olaylarını her ortamda ortaya koyanların sesi çok çıkıyor. Fakat 1988 ve 1990 29 Ocak tarihlerinde dayak yiyen insanımızın, çerçeveleri kırılan dükkanlarımızın ve talan edilen mallarımızın haddi hesabı yok. Ama tabi bunu Türk kamuoyunda gündeme taşıyamıyoruz, ya biz ağlamasını iyi bilmiyoruz yada görmezden gelinmesi için farklı nedenler arıyor insan. Bunu takdirinize bırakıyorum.
Tabi 88 olaylarında toplum o reaksiyonu verince ve iki yıl hiçbir gelişme olmayınca 1990’da düzenlenen anma etkinliğine, kilisenin ve aşırı sağ kesimlerin provakasyonları ve yaydıkları asılsız haberler ile bir Yunanlının öldüğü haberi ile düzenlenen anma etkinliğine saldırılar yapıldı. O yüzden iki 29 Ocak’ımız vardır bizim ve her yıl 29 Ocak’ta Taksime gider Atatürk Anıtına çelengimizi koyar , basın açıklamamızı Türkiye ve Dünya kamuoyuna yaparız. 29 Ocak da bizim onur günümüz, Milli Mücadele Günümüzdür, Milli Direniş Günümüzdür ve Batı Trakya’da Türk Kimliğine sahip çıkışın belki de zirveye çıktığı noktadır. Dr. Sadık Ahmet ve arkadaşlarının da o tarihlerde toplumsal mücadele adına etkisi çok büyüktür. Toplum adına yapılan bu mücadelede Dr. Sadık Ahmet önemli bir rol oynamıştır. Halen şüpheli olan bir trafik kazası ile de 24 Temmuz 1995 tarihinde kendisi kaybettik. Allah’tan rahmet diliyoruz, saygıyla anıyoruz kendisini, bu toplum için de yaptıkları için minnet duyguları ile şükranlarımızı iletiyoruz. Bağımsız milletvekilliği sonrası kurduğu siyasi parti olan DEB Partimizde 1991 yılından beri hayatiyetini devam ettirmektedir.
1992 yılında Yunanistan’da ilk defa Batı Trakya Türk Azınlığı için Uluslararası raporlar hazırlandı. İlk defa Türkiye ve Türk’lerin kaleminden çıkmayan, Türkiye’nin dile getirdiğinden çok daha ağır raporlar hazırlandı Yunanistan aleyhine buda önemli bir gelişme olarak kaydedilebilinir.
1998 yılına kadar uygulama da olan bir facia vardı Batı Trakya’da vatandaşlık kanunun 19. Maddesi, 19. Maddeye göre Yunan soyundan gelmiyorsanız, yurt dışına çıktığınızda dönmeyeceğinize kanaat getirildiğinde sizi Yunan vatandaşlığından atıyor. Hani diyordu ya bize, siz Yunan Müslümanısınız, ama vatandaşlıktan atarken sen Yunan değilsin diye atıyor. Ben her platformda kürsüye çıktığımda şunu diyorum siz bana Yunan olmadığımı söylediniz, bunu söylerken bari kim olduğumu da söyleyin. Ben Türküm diyorum, bunun aksi bir iddianız varsa bari kim olduğumu da söyleyin. Bu gerekçe ile Türk yoktur denilen bölgeden kendi rakamlarına göre yaklaşık 46 bin kişi, ırkçılıkla mücadele kuruluşlarına göre ise 60 bin 4 kişi Yunan vatandaşlığından atıldı. Düşünün 4 kişili bir aile olarak düşündüğümüzde bugün belki 250 – 300 bin kişilik bir tabloyu etkilediler. 1998 yılında bu madde kaldırıldı ama hiçbir şekilde geriye dönük olarak uygulanmadı. Türkiye’de halen vatansız olarak yaşayan insanlarımız var. Son derece üzücü bir tablo.
Az önce demiştim isimlerinde Türk kelimesi geçiyor diye üç derneğimiz resmi olarak kapalıdır, fiili olarak faaliyetlerini sürdürmektedirler. İskeçe Türk Birliği, Gümülcine Türk Gençler Birliği ve Türk Öğretmenler Birliği. İskeçe’deki İskeçe Türk Birliğinin hukuki süreci 21 yılda bitti. Son olarak İnsan Hakları Mahkemesine taşındı, 2007 de sonuçlandı. 8 yıldır da bu kararın uygulanması için hukuk süreci takip ediliyor. Yani Batı Trakya’da Türk olana, Müslüman olana dernek kurma yetkisi yok, ama Çinliler Derneğini, Rus Derneğini, Polonyalılar Derneğini kurabilirsiniz, ama Türk Derneği kuramıyorsunuz, halihazırda durum bu.
Eğitimde tabi çeşitli sorunlarımız var. İki lisemiz, iki medresemiz var iki dilde eğitim yapılan. İlkokullarımız maalesef 1960 yıllarda 260 tane vardı, bugün kapatıla kapatıla 133’e geldi. Bu yılda 9 okulumuzu kapattılar. Tabi siz şartları son derece olumsuz duruma getirirseniz, öğrencilerin orayı tercih etme şansı kalmaz. Öğretmen yok, kitap yok, araç gereç yok, şartlar böyle olunca öğrenci gelmedi deniyor. Rakamlar bunun tam aksini söylüyor, mesela iki lisede bizim toplam öğrenci kapasitemiz 1700 civarında, ama 6 bin 557 öğrenci Yunan liselerine gidiyor. Daha 4 – 5 tane lisemiz olsa dolduracak kapasitemiz var. İlkokullarda da aynı şey geçerli, Yunan okullarına giden 4 bin 764 öğrenci var. Hani yoktu öğrenci, kapatıyorsunuz. Anaokullarına hele hiç izin vermiyorlar. Anaokullarında baktığımızda çift dilli eğitim yok. Gidiyorsunuz kendi dini ritüellerine göre eğitim veriyorlar, sonra da anaokulu çağındaki çocuklar eve geldiğinde bakıyorsunuz haç çıkarıyor. Evet burası Avrupa Birliği, burası Yunanistan başka bir yer değil. Yanlış anlamayın. Bunların yanında öğretmenler gönderilmiyor. Eskiden 35 öğretmen Türkiye’den kontenjan öğretmen olarak geliyordu. Yunanistan dedi ki İstanbul Rumları azaldı, gelin sayıyı 16’ya çekelim, biz de diyoruz ki toplumun ihtiyacına göre sayıyı belirleyelim. 100 tane öğretmene ihtiyaç varsa, siz gönderin 100 tane, bizim de ne kadar ihtiyacımız varsa o kadar gelsin. Ama tabi bunun için iyi niyetli yaklaşmak lazım.
Müftülük sorunu devam etmekte, camilere zaman zaman saldırılar yapılmakta, Dedeğağaç’ta, Selanik’te camilerin kapılarına domuz kafaları asıldı. Batı Trakya’ya gittiğinizde camii duvarlarındaki “en iyi Türk, ölü Türk” diye yazıları görürsünüz. Öldüre öldüre bitiremediler bizi. Üzücü tabi ki insanları bu kadar uç noktaya çekildiğini görmek zaman içerisinde insanı üzüyor. Ezanlarımız yasaklandı zaman zaman, bu noktada sıkıntılar var.
Var olan Osmanlı mirası camilerimizden Seres’de Zincirli Camiisi yine Alacaa Camiisi bunlar onarıldı ama ibadete açılmadı, müze olarak kullanılıyor.
Zaman zaman Batı Trakya bölgesindeki camilerimiz yanında mezarlıklarımız da saldırıya uğruyor. Okçular camii mesela belli kritik dönemlerde 2003’ten 2015’e kadar dört defa yakıldı. Daha değineceğim çok konu olmasına rağmen ben bunları atlayarak sabrınıza teşekkür ediyor, daha geniş zamanlı bir buluşmada bunları sizinle paylaşma ümidi ile eski Genel Başkanımız ve bu konularda çok deneyimli biri olan sözü Burhaneddin beye bırakırken soru cevap bölümünde tekrar sorularınızı cevaplamaya çalışmaktan zevk duyacağım” diyerek konuşmasını tamamladı.
Daha sonra söz alan eski Genel Başkan Av. Burhaneddin Hakgüder, sözlerine Türk milletinin ferdi olarak bedel ödemekten gurur duyduğunu söyleyerek başladı. Hakgüder, Türklere ait okulların kapatıldığını ve yer yer ibadetlerinin engellendiğini aktardı. Yunanistan’ın kamulaştırma adı altında Batı Trakyalıların topraklarını ellerinden aldığını söyleyen Hakgüder, Batı Trakya halkının Yunan iç savaşında bile hükümetin yanında yer aldığını fakat buna rağmen Kıbrıs’ın bedelini ödediklerini söyledi. “Yunanistan çoğu Türk’ü sırf Türk oldukları için vatandaşlıktan çıkardı ve ben de onlardan biriyim” diyen Hakgüder, hem AB’nin hem de Yunanistan’ın evrensel insan hakları ilkelerini çiğnediğini söyledi. Türklerin okul, özellikle de anaokul açma yasakları olduğundan ötürü ve anaokulu eğitiminin zorunlu olmasından dolayı Yunan teokratik anaokullarına giden Türk çocuklarına zorla haç çıkartma merasimleri yaptırıldığını söyleyen Hakgüder, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” diyerek konuşmasını tamamladı.
Konuşmaların ardından Türk Ocakları Genel Başkanı Mehmet Öz bir kapanış konuşması yaptı ve soru cevap kısmına geçildi. Programın sonunda konuşmacılara Türk Ocakları yayınlarından ve Türk Yurdu dergisi sayılarından oluşan bir set hediye edildi.