Ana Sayfa Arşiv ıBRAM ONSUNOğLU: “KONSOLOSLUKLARARASI AJAN EDEBıYATI”

ıBRAM ONSUNOğLU: “KONSOLOSLUKLARARASI AJAN EDEBıYATI”

38
0

ıbram Onsunoğlu’nu tanıyanlar bilir, öz yazar, düz yazar, işte öyle bir yazısını Azınlıkça’da okudum ve siz değerli Birlik gazetesi okurlarıyla paylaşmak istedim. Pek fazla yoruma gerek yok zannedersem zaten yazı kendiliğinden herşeyi aynen yorumluyor. KONSOLOSLUKLARARASI AJAN EDEBıYATI ıbram Onsunoğlu Mart 2011 – Sayı: 63 Türk gazetesi SABAH’ta “Yunan ajanı Maglaras kim?” başlıklı garip bir yazı, birkaç gün önce ıstanbul Yunan Konsolosluğu’nu karıştırdı. Yunan Başkonsolosu Vasilis Bornovas’ın bir fotoğrafının eşlik ettiği metinde, ülkede ekonomik kriz yaşanıp para sıkıntısı çekilirken, Yunan Konsolosluğu’nun parayı nereden bulup kültürel faaliyetler düzenlediği (rahatsızlık ta dile getirilerek) sorgulanıyor. Kültürel etkinliklerin konsolosluk memuru Panagiotis Maglaras tarafından düzenlendiğini iddia eden SABAH, onu “EYΠ ajanı” olarak adlandırıyor…” (6.2.2011 tarihli “Elefterotipia” gazetesinde, Vasiliki Siuti imzalı yazının girişi böyle ve devam ediyor, yarım sayfadan çok yer kaplayarak.) Etkinlikler, meğerse Yunanistan’daki bazı vakıflardan finanse ediliyormuş, öyle yazıyor “Elefşerotipia”. SABAH’taki söz konusu yazının “garip” olarak nitelendirilişine kafayı taktım, oradan hareketle bu yazıyı kaleme alıyorum. Bir açınımını yapayım şunun. Ah bu ikiyüzlülük! “Garip”, yani “izah edilemeyen, nedeni ve amacı bilinmeyen, beklenmedik, onun için hayrete şayan” anlamında. Oysa kalıbımı basarım ki, o yazıyı yazan Bayan Siuti de, o yazıyı yazdıran Başkonsolos Bornovas ta Yunan konsolosluğuna bu “saldırının” izahını gayet güzel yapıyor ve nedenini ve amacını gayet iyi biliyorlar, beklenmedik bir şey değil, onun için hiçbir hayret ve şaşkınlığa yol açmamış olması gerek. Garip diye nitelendirmek ve bilmiyormuş gibi yapmak, ikiyüzlülük. Hayrete şayan olan bir şey varsa, o da, böyle ve benzeri saldırıların niye bu kadar geciktiği ve bu ilkinin nasıl bu kadar ılımlı ve nazik olduğudur. Sabah’taki yazının, gazetenin kendi ürünü olmaktan çok, Türk mercileri tarafından ısmarlama olduğu ve bununla bir mesaj iletildiği iddia edilse, makuldür diyeceğim, ve herhalde öyledir. Bilindiği gibi, ıstanbul Yunan Başkonsolosluğu, çeşitli nedenlerle Gümülcine Türk Başkonsolosluğu’nun karşılığı kabul edilir. Ve Gümülcine Türk Başkonsolosu Mustafa Sarnıç, ayağını Yunanistan’a bastığından beri, hatta daha öncesinden, Kosova’dan Gümülcine’ye tayin edileceği duyulduğundan beri, bazı Yunan gazeteleri ve ınternet siteleri tarafından görülmedik saldırıların hedefini oluşturmaktadır. Bunların ortasında Sarnıç’ın hep MıT ajanı olduğu ve istihbaratçı uygulamalara başvurduğu suçlamaları var. ılgili haberlerin çoğunun Yunan mercileri tarafından sızdırıldığını ve ısmarlama olduğunu anlamak için çok zeki olmak gerekmiyor. Sarnıç aleyhinde bunlar olurken, Bornovas aleyhinde yayınlara hiç şahit olmadık. Bildiğimiz kadarıyla bu ilk saldırı ve üstelik Yunan Başkonsolosunun şahsını hedef almıyor, onu kollar görünüyor, bir konsolosluk çalışanıyla ilgili. Tabiî Sarnıç’ın, ve Bornovas’ın, çizmeyi aşan faaliyetleri varsa elbette eleştirileceklerdir. Ama konumuz bu değil. Güdümlü veya kötü niyetli, uyduruk, kışkırtıcı yayınlardan söz ediyoruz. Bugüne dek Sarnıç aleyhinde onlarca böyle güdümlü-güdümsüz yayın gün ışığına çıktı ve çıkmaya devam ediyor. Örneğin, son okuduklarım arasında en içerikli ve en provokatif olanlardan bir tanesi, Liana Kaneli’nin çıkardığı aylık dergi Nemesis’in Aralık 2010 sayısında, insanın yüreğini bulandıracak ölçüde paranoyak, tehlike edebiyatı yapan, tahrif eden, bir doğruya on yalan ve uyduruk ekleyen. KKE’li milletvekilinin dergisinde tam bir aşırı sağ hezeyan. Burada yine Sarnıç’ın MıT ajanlığı ortaya çıkarılıyor ve bu çerçevede Türk Azınlığındaki çeşitli faaliyetleri finanse ettiği vs. Türk tarafının tepki vermesi artık zaman meselesiydi, iki yıldır sabır ettikten sonra. Sabah’taki bu ilk haberle, “Siz benim memurumu hedef tahtası yaparsanız ve ikide bir ajanlıkla suçlarsanız, ben de sizin memurunuz için aynısını yapabilirim.” diye mesaj iletiliyor. “şimdilik bir konsolosluk çalışanıyla yetiniyoruz ve nazik bir dil kullanıyoruz. Gümülcine Türk Konsolosluğuna güdümlü saldırılar durmazsa, biz de devam ederiz. Hem de bu kez sizin yaptığınız gibi doğrudan başkonsolos Bornovas’ın kendisine yönelebiliriz, sizin gibi kaba da olabiliriz…” Onun için habere Bornovas’ın fotoğrafı eşlik ediyor. Sabah’taki o yazının yorumu ve mesajı budur ve ilgililerce aynen böyle algılanmıştır. “Garip, bir anlam veremedik” demek, ikiyüzlülüktür. şimdi bundan sonra ne olur? Ya Sarnıç’a yapılan saldırılar durur veya en azından yumuşar. Ya da, aynen devam ederse, o zaman Bornovas ta kendisini yoğun saldırıların ortasında bulur. Örneğin, Gümülcine’de Türk Konsolosluğu kapatılsın diye olduğu gibi, ıstanbul’da da Yunan Konsolosluğu kapatılsın diye bir “halk hareketi” oluşturulur. Patrikhane kapatılsın diye bir hareket vardı, durduruldu, aynısı konsolosluk kapatılsına dönüştürülüverir. Ama böylesi bir şantajdır diyenlere, iki yanıtım-sorum var: Siz Türk tarafının yerinde olsanız ne yapardınız? Devlet politikalarında ahlâkî kurallara uyulmasını mı bekliyorsunuz ve Yunanistan’ın yaptığı çok mu ahlâkî? Yeri gelmişken bir anımı aktarayım. On beş yıl önce olmalı, bir televizyon tartışmasında konu “Pontus soykırımı”, böyle televizyon tartışmalarına sık sık çıktığım bir dönem. Öbür tartışmacılar arasında dışişleri eski bakan yardımcısı Virginia Çuderu ve ıstanbul Rum kökenli toplumbilim profesörü Neoklis Saris var. Meclis, soykırımı oy birliğiyle yeni tanımıştı. Ben, Karadeniz Rumlarının 80 yıl önce yaşadığı trajedinin soykırım olarak tanımlanamayacağını savunuyorum. (şimdi olsa cesaret edemem, linç edilmekten korkarım.) Ve o tartışmada öğreniyorum ki, soykırım günü olarak 19 Mayısı Neoklis Saris ile Mihalis Haralambidis önermişler. Daha bir kışkırtıcı olmak için besbelli. Zira Türk Kurtuluş Savaşının başladığı gün olarak kabul edilen 19 Mayıs, Türkiye’nin millî bayramı. 19 Mayıslarda Yunanistan’daki Türk temsilcilikler önünde protesto gösterileri başlamıştı bile, iki ülke arasındaki gerginliğe yeni bir unsur ekleyerek. Bunları söylüyor ve ekliyorum: Çok zor mu olacağını sanıyorsunuz, Türkiye’nin de Yunan Millî Mücadelesinin başladığı gün olarak kabul edilen 25 Martı Mora Türklerinin soykırım günü olarak ilan etmesini? Ve her 25 Mart günü Ankara’daki Yunan Büyükelçiliği önünde binlerce kişinin protesto yürüyüşü yapmasını? Çok zor mu olacağını sanıyorsunuz ve bunu mu istiyorsunuz? * Azınlık gerçeklerini Yunan basınından Basını yorumlamakla başladık, onunla devam edelim. 23.1.2011 tarihli “Eşnos” gazetesinde bizim Azınlıkla ilgili Nikos Meletis imzalı çok ilginç bir yazı çıktı. Yazının ilginçliği, diğerleri yanında, bir süredir Azınlık içinde süregelen sürtüşmelere, iki milletvekili, kurumlar, Ahmet Mete, “Çınar” derneği vs arasında tanık olduğumuz ve anlam veremediğimiz “kayıkçı kavgasına” ışık tutması. Yazıda neler ifşa edilmiyor ki, hiç bilmediğimiz veya bazıları dedikodu şeklinde kulağımıza gelen ama bilen kişilerin kamuoyu önünde açıklamaya cesaret edemediği şeyler. Verilen bazı bilgiler konusunda çekinceler ileri sürülebilecek olmasına rağmen. En büyük iddia şu: Türkiye boyutu olarak Azınlığın ipi Halit Eren’in elinde. Onun yönlendirmeleriyle Azınlıktaki “Kemalist statüko” yerine, şimdi, tarikatlar yoluyla ve onlar tarafından finanse edilen yeni bir statüko oluşturulmasına gidiliyor. Kavgalar bu yüzden çıkıyor ve bu değişim Erdoğan, Gül ve Davutoğlu’nun bilgisi ve onayı dâhilinde gerçekleşiyormuş. Böylece, Ahmet Faikoğlu’nun «Bu Azınlık “erenlerle” yönetilemez» tepkisi, ilk açık tepki, şimdi daha iyi anlaşılıyor. Yazıda iki azınlık milletvekiline de değiniliyor, onların hangi tarafı tuttuğu konusunda kesin bir iddia ileri sürülmeden. ıki PASOK milletvekilini koruyan tavır, “Eşnos” gazetesinin pasokçuluğuyla açıklanamayacak kadar derin ve anlamlı. Sonra, insanın aklına şu soru takılıyor: Yunanlı gazeteci N. Meletis, “millî sır” düzeyindeki bu bilgilere nasıl ulaşmış? Diyelim ki bu bilgileri ona Yunan istihbaratı verdi, çünkü söz konusu bilgiler gazetecilikten çok istihbarat bilgileri. Ama bu yanıt tatmin etmiyor. Meletis’in asıl kaynağı Azınlık içinden olmalı. Kendisinin söyleyip yazmaya cesaret edemediği şeyleri bir başkasını kullanarak ifşa etmek, en başta bir ahlâkî sorun, çekersen başka uzantıları da var. Burada yine bir anıma başvuracağım. Rahmetli Celal Zeybek, “sapına kadar Kemalist”, ama kendisi “Kemalist statükonun” kurbanı, Türkiye’de yeniden yaygınlaşan tarikatçılık faaliyetlerinden rahatsızdı. 1990’lı yılların ortaları olmalı, bir gün bana, “Bu tarikatçılığın bizim Azınlığa da sızmasından korkuyorum.” demişti. Ben de ona, “A be Celal agam, şimdiki statüko daha mı iyi sanki.” diye cevap vermiştim. * “Bir ışık yakalım, bizi korkutan hayaletse yok olacak” Basınla başladık, basınla bitirelim bari. Haberi önce Hürriyet’te okudum ve oradan çekildim. “Pazar ekinde Türk düşmanlığı”. 6.2.2011 tarihli “Elefterotipia” gazetesinin 116 sayfalık Pazar sayısı eki “E” dergisi, bu hafta sayfalarını Türkiye’ye ayırmış, Türk düşmanlığı yaparak. ımza, Yorgo Kirbaki. Alttaki metni okuyorum, Türk düşmanlığı nasıl yapılmış diye, bulamıyorum, yok öyle bir şey. Söz konusu yazı, haberin başlığı ile içeriği arasındaki uyuşmazlığa klasik bir örnek. Elefterotipia’yı artık her gün alıp okumuyorum, gazete yenilenip te “Ιός” köşesi iptal edileli beri koyduğum tepki bu. O gün de almamıştım, Türkiye için özel bir ek çıkardığından da haberim olmamıştı. Hürriyet’te okuduktan sonra, yani bir gün sonra, çıkıp Elefterotipia’yı aradım ve özel ekiyle birlikte aldım. Kendim okumak ve bakalım neymiş bu Türk düşmanlığı kendim anlamak için. Gördüm ki “Hürriyet”, dergi kapağındaki ibarenin çevirisinde hafif tahrifat yapmış, bilerek veya bilmeyerek, böylece iddiası desteklenmiş olmuş. Aynı konu, MHP’nin gazetesi Ortadoğu’da manşetten veriliyordu: Türk düşmanlığı! Başlığı gördüm, haberi okumadım, ama Türk düşmanlığı suçlamasını gerekçeleyen bir şey bulunmadığını artık biliyordum. Nitekim diğer Türk gazeteleri de “E” dergisinin özel Türkiye sayısından söz etti. Örneğin Sabah’ta Stelyo Berberakis, dergide işlenen “Türk-Yunan Konfederasyonu” tartışmasında odaklanmış, bu konuda Yunanlı aydınların görüşlerine yer vermiş. Hiç Türk düşmanlığı keşfetmemiş ki, öyle bir konuya değinmiyor. Bazı köşe yazarları da bu konfederasyon hayalini işlediler, yarı şaka yarı gerçek. Ama hiçbiri Türk düşmanlığından söz etmiyordu. şimdi elimdeki dergiyi tarif edeyim. Dergi kapağında Atatürk’ün üniformalı ünlü fotoğrafı, yırtık ve çenesine fotomontajla bir keçi sakalı ilave edilmiş, besbelli bugünkü AK Parti iktidarı simgelenerek. Egemenliği sürmesine rağmen Kemalizmde oluşan çatlaklığa ve tahammül etmek zorunda kaldığı ıslamcılığa işaret ediliyor olsa gerek. Ve altındaki ibare: “Milletimizin ezelî düşmanı, ıstanbul’u ele geçiren, Hellenizmin büyük tenkilcisi, doğudaki daimî tehdit, farklı dinden barbar halk. Kapımızın eşiğindeki bir kâbus –bir zamanlar Kemal’in donuk bakışıyla, bugün ise ıslam bayrağıyla mı? Evet, bizi birleştiren şeyleri bilmediğimiz (ve bilmediği) ölçüde. Türkiye’yle ilgili bu özel sayıyla, bir ışık yakalım dedik. Hayaletse, yok olacak…” Hayaletler gece karanlıkta çıkar ve bilgi ışıktır. Biz de bir ışık yakalım dedik, bilgi vererek. Yukarıda tarif ettiğimiz kapaktan çekilerek Türk düşmanlığı demeye koşmuşlar. Ama kapaktaki ibareyi bile iyi okumamışlar, ezber yargılarla hareket ederek. Orada söz konusu olan, Yunanlının Türkü nasıl algıladığı, hangi önyargıları taşıdığı, egemen görüş. Ve bu gerçek. Oradan öte bu gerçeğe eleştirel bir bakış var ve bu açıkça dile getiriliyor. Görmemek için kör olmak lazım. Yoksa derginin içeriği, orada Azınlıkça yazarı Herkül Milas’ın da görüşlerine başvurulmuş, Türkiye’yi tarihî, siyasî, sosyal… açılardan tanıtımdan ibaret, ikili ilişkiler, Türk ve Yunanlılarla yapılan söyleşiler, hatta bir Türk- Yunan konfederasyonu hayalinin tartışması yapılmış. Yaklaşım objektif, gerçekçi ve hatta olumlu. Türk düşmanlığı bunun neresinde? Konuya faydacılık açısından bakarsak, TC Turizm Bakanlığı Yunanistan’da Türkiye’yi tanıtmak için harekete geçseydi, bu kadarını yapamazdı, bu kadar ikna edici asla olamazdı. “Hürriyet”, gafını sonradan anlamış olmalı ki, bu yazıyı yazarken ilgili haberi ınternet’teki arşivinde on gün sonra tekrar tekrar aradım, ama bulamadım, besbelli kaldırmış.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz