İskeçe PASOK Milletvekili Çetin Mandacı’nın 2 Ocak 2012 tarihli basın toplantısındaki konuşmaların TAM METNİ şu şekildedir:
ÇETİN MANDACI’NIN 2 OCAK 2012 TARİHLİ
BASIN TOPLANTISINDAKİ KONUŞMALARIN TAM METNİ
Çetin Mandacı:
Herhalde başlayabiliriz arkadaşlar. Öncellikle hepinize hoş geldiniz demek istiyorum yeni bir yıla girdik, yeni yılınızı kutluyorum. Bu akşam buraya geldiğiniz için, ben teşekkür ediyorum, azınlık basın mensuplarına. Geçen yıl, 9 Ocak 2011 tarihinde, ilk basın toplantımızı yapmıştık. Bazı umutlardan bahsettik, bu umutları 2012 yılının başında hep beraber tartışacağız. Bugün buradaki amacımız, şöyle 2012 yılına, Medya değerlendirmesini hep birlikte yapıp, 2012 yılı için de ne beklediğimizi, neler olabilir şeklinde bu çaylı, kahveli basın sohbetimizi devam edeceğiz. Ben bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. İkinci söylemek istediğim nokta da, bu basın toplantılarının inşallah nasip olursa ki niyetim Ocak değil de, Şubat ortasına doğru, muhtemelen bunu köyümüzde yapmak. Daha sık aralıklarla büyük bir köyümüzde, hep birlikte, bir köyün kahvehanesine veya başka bir yerde, neyse, halkla birlikte, halkın bu işin içinde katmak suretiyle, ikinci 2012 yıl içindeki toplantımızı yapmak düşüncesindeyiz. Ben fazla sözle bunaltmak istemiyorum. Tek taraflı konuşmanın da bir anlamı yok. Bunun karşılıklı olarak bir sohbet havasında başlamasının uygun olacağını düşünmekteyim ve sorularınızla başlıyorum arkadaşlar.
Cemil Kabza:
2011 yılında burada yapmış olduğumuz toplantıda, 2011 yılının sürprizlerle dolu olacağını söylemiştiniz, önemli gelişmelerin yaşanacağını söylemiştiniz, ben şahsı bir değerlendirme yaptığımda, azınlık açısından, 2011 yılının, pek iyi bir yıl olduğunu söylemek mümkün değil. Bu konuda sizin görüşleriniz neler?
2011 YILININ BÜYÜK SÜRPLİZLERLE DOLU OLACAĞINI SÖYLEMİŞTİM. MAALESEF BEKLEDİĞİM SÜRPRİZLERİ GÖRMEK MÜMKÜN OLMADI
Çetin Mandacı:
Cemil Kabza arkadaşıma teşekkür ediyorum. Bence çok yerinde doğru bir soru. Tabii ki dedik ki 2011 yılının hakikaten büyük sürprizlerle dolu olacağından söz ettik. Aslında yinede öyle oldu. Şöyle dünyaya baktığımızda dünyada bir Arap Baharını gördük hep birlikte, Avrupa’daki ekonomik krizi birlikte izleme şansını bulduk. Ülkemiz Yunanistan’a baktığımızda Papandreu’nun hükümetten ayrılmasını hep beraber gördük. Azınlığa baktığımızda maalesef o beklediğimiz sürprizleri görmek mümkün olmadı.
2010 yılı itibarıyla Ahmet Hacıosman diğer Rodop milletvekili ile birlikte birçok azınlık sorununun çözümü noktasında çok iyi bir yere geldik. Bu 2011 yılında da devam etti.
Özellikle müftülük meselesine baktığımızda iki ayaklı şeklinde onlarca toplantı yaptık. Bu toplantıların netice vereceğini bekledik. Maalesef bu 2011 yılında olmadı. 2011 yılının son gününde olan bir şey Bakanlar Kurulu arası toplantıda Müftülük meselesinin iki partiyle anlaşıldığı ve bunun genel meclise Yunan Parlamentosuna geleceği şeklinde haber oldu.
Tabii ki 2011 yılına baktığımızda her ne kadar beklentilerimize cevap verilmemiş olsa da, azınlık insanıyla, azınlık önde gelenleriyle ülkedeki siyasi iktidar arasında iktidar partisiyle özellikle okulların birleştirilmesi hususunda bir işbirliği oldu.
Tabii bu işbirliği kendiliğinden olmadı. En sonunda bir basın açıklaması yapmak zorunda kaldım ve bunun ardından da işler rayına oturdu ve azınlığın kurumlarıyla birlikte almış olduğu kararı biz Bakanlığa ilettik ve Bakanlık almış olduğumuz bu kararı kabul etti. Bu azınlık tarihinde ilk demeyeceğim az rastlanan bir olaydı. Bu azınlığı da memnun etmiştir. Azınlık kendi kurumlarıyla toplanmak suretiyle hangi okulların birleştirileceğine dair kendi kararını kendi verdi.
Bu olay bizleri ileriye daha umutlu taşıdı. İkinci değinilmesi gereken bir nokta da SÖPA’nın kapatılmasıydı ki bana sorarsanız tarihi bir adım. Onun yerine SÖPA fazla bir şey söylemeye gerek yok hepimiz yıllarca bunun kapatılması ve yerine fakülte düzeyinde bir okulun olmasında, öğretmen yetiştirme konusunda Azınlığın yıllardır beklediği bir gelişmeydi. Tabii bu Azınlık Eğitim Fakültesi Selanik Üniversitesi’nde faaliyet göstermeye başladı.
Benim şöyle bir düşüncem var. Açılmış olan bu okul tabii ki eksikleri var. Ama SÖPA’dan kat kat daha iyi olduğunu düşünmekteyim. Ne kadar kötü olursa olsun onun SÖPA’dan daha iyi olduğunu düşünüyorum. Çünkü birincisi SÖPA Cunta’nın bir kalıntısı. İkincisi, burada yetişen öğretmenlere baktığımızda onu demeyeyim de şunu diyeyim. Yeni açılacak olan okuldaki öğrenciler bence özgür düşünen, özgürce düşünen, kör düşünmeyen öğrenciler olacağını düşünmekteyim. Tabii şu anda bir beklentimiz var. Bir program çerçevesinde muhtemelen Çanakkale Üniversitesi’nden “Erasmus Programı” çerçevesinde hocaların gelmesini bekliyoruz. Eğer bu adımda gerçekleşirse ben her şeye rağmen eski SÖPA okulundan kat kat daha iyi olacağına kesinlikle inanıyorum. Çünkü bu eski yaranın kapanması lazımdı ben mutluyum ve kangren kapandı. Bundan sonra yeni fakültede eksiklik varsa düzeltilmesi yönünde görüşlerimizi ortaya koyacağız. Çalışmalarımızı yapacağız, baskımızı yapacağız ama yeni okul eskisinden mutlaka kat kat daha iyi.
Bu gelişmeleri kısacası iyi bir gelişme olarak değerlendirebilirim.
SANKİ YUNANİSTAN KALKINDI DA, BİZ Mİ BU KADAR GERİ KALDIK, İLLA Kİ KALKINMA BAKAN YARDIMCISI ORADA O TOPLANTIDA OLMAYI UYGUN GÖRDÜ
Açıkçası 2011 yılının sonunda beni ve azınlığı hayal kırıklığına uğratan nokta maalesef ülkemizdeki siyasi partilerin Azınlığı ne kadar küçümsediği, ne kadar saymaz tavırlarıydı. Bunun en büyük ifadesi de bakanlararası toplantıda biliyorsunuz ki hükümet Başbakan Yardımcısı Pangalos’un bürosunda yapılan bir toplantı. Kim vardı bu toplantıda? Diamandopulu Milli Eğitim ve Din İşleri Bakanı, iskeçe Milletvekili ve Kalkınma Bakan Yardımcısı.
Hatta ben şöyle bir değerlendirme yaptım.
Sanki Yunanistan kalkındı da, biz mi bu kadar geri kaldık, illa ki bu Kalkınma Bakanı orada o toplantıda olmayı uygun gördü. Ben en azından iki yıl iktidar milletvekili olarak bölgemizde hiç bir kalkınma izini görmedim. Gören varsa söyleyebilir.
İkincisi, burada bu toplantının yapılacağına dair her hangi bir bilgimiz yoktu. Ne benim ne de Hacıosman’ın. Ama asıl ciddi olanı, asıl insanın aklında soru işaretlerinin doğmasına yol açan olay neydi, toplantı yapıldıktan sonra en azından ben Çetin Mandacı’ya yetkililer tarafından toplantının içeriği veya yasa tasarısının içeriği hakkında bilgi verilmemiş olmasıydı. Bunu yine sorularınıza açıyorum bir ön bilgi olarak.
Sami Karabıyıkoğlu:
Şu anda bununla ilgili bilginiz yok mu? Yani ardından bilgi verilmedi mi, toplantının içeriği hakkında?
Çetin Mandacı:
Maalesef şu anda bile toplantının içeriği hakkında yetkili ağızlardan bilgi alabilmiş değilim. Ama var olan yasa tasarısının hangi şekilde olduğunu gayet iyi biliyorum. Nasıl iyi biliyorum, çünkü bu görüşmeler esnasında karşımıza çıkan taslağı bildiğim için o karşılıklı görüşmeler esnasında hangi noktaya geldiğimizi ve hangi noktada kabul ettiklerini hangi noktada kabul etmediklerini iyi bildiğim için aşağı yukarı bu çıkacak olan yasayı tahmin etme gücüm var diye düşünüyorum.
Ahmet Davut:
Az önce dediniz ki azınlık tarihinde ilk defa, okullarının birleştirilme konusunda hemfikir olduğunuzu söylediniz ve bu okulların birleştirilmesi konusunda memnun olduğunuzu söylediniz. Ama burada bir sorun yaşanıyor Rodop ilinin dağlık bölgesinde bazı okullar kapalı ve halen çocuklar okula gidemiyor. Eğitim yılının nedeyse ortasına geldik. Bu tür sorunları azınlık kurum ve kuruşlarıyla hiç düşünmediniz mi, birlikte olduğunuz zaman? Kapatılan bu okullarda veya birleştirilen, kapatılan demeyelim birleştirilen diyelim, bu okulların yarın öbür gün, bir çocuk olduğu zaman, yeniden açılma imkânı nasıl olacak mı? Yoksa bir şube olarak, orada bir sorun yine yaşanmıştı yıllar önce de, şube olarak açılmıştı. Yine aynı sorun yaşanacak mı? Bir garanti, bir belgeniz var mı elinizde hükümetten veya yetkililerden, devletten? Belge var mı elinizde yani bu sorun böyle olmayacağı ki bölgede çocuk olduğu zaman o okullar yeniden açılacak diye?
Çetin Mandacı:
Ben açıkçası bu okulun durumunu bilmiyorum. Herhalde bu okul, açılmak istenen bir okul muydu?
Ahmet Davut:
Evet
DEMİREL’İN BİR SÖZÜ VARDIR: “DÜN DÜNDÜR, BUGÜN BUGÜNDÜR, YARIN YARINDIR” BİZ BUNLARI BİRÇOK YUNAN SİYASİ PARTİLERİNDE VE HÜKÜMETLERİ TARAFINDAN GÖRDÜK
Çetin Mandacı:
Eğer hakikaten önemli bir konuysa bu Danışma Kurulu’nun gündemine gelir ve hep beraber bunu değerlendiririz.
Başlangıçta Milli Eğitim Bakanlığı’nın bize teklifi şuydu. Yaklaşık İskeçe’de 20 küsur okul hatta daha fazlaydı, Gümülcine’de 40 civarında okul birleştirilmesi söz konusuydu. İkinci aşamada bu İskeçe’de bu 11 rakamına düştü, Gümülcine’de yanlış hatırlamazsam 25 rakamına falan düştü, 20–25 civarında. Bizim teklifimiz bu rakama göre çok küçüktü. Bu okullara baktığımızda hatta geçtiğimizde öğrenci sayısı sebebiyle kapanmış okullara baktığımızda hiç bir okulun kapanmadığını görüyorsunuz. Sadece bunun işlevine son verildiği. Günün birinde yeterli öğrenci sayısı olursa biz Bakanla görüştüğümüzde iki milletvekili vardı, eğitim kurumlarının hepsi oradaydı öğrenci sayısı belli bir rakamın üstüne çıktığı andan itibaren bu okulların yeniden açılma ihtimalleri var. Benim bildiğim Lozan Anlaşması’na göre hiç bir okulun kapanma durumu olamaz. Karşımızda bir devlet var. Yıllarca bu topluma bir önyargıyla yaklaştı. Yıllarca bu toplumun ekonomik ve sosyal alanda kısıtlayan hareketlerini gördük. Dolaysıyla bugün başka konuşurlar, yarın başka konuşurlar. Demirel’in bir sözü vardır. “Dün dündür, bugün bugündür, yarın yarındır” biz bunları birçok Yunan siyasi partilerinde ve hükümetleri tarafından gördük ve elimi taşın altına elimi koymam da o kadar kolay değil. Ama tabii varsa bir sorun hep beraber üzerine gideriz.
Ramadan Molla:
Az önce yeni açılan bu eğitim fakültesi daha iyi olacağına inandığınızı söylediniz.
Çetin Mandacı:
Evet
HİÇBİR YUNANLI ÖĞRENCİNİN ORADA İŞİ YOK. HİÇBİR YUNANLI ÖĞRENCİNİN DE GELİP OKULLARIMIZDA DERS VERME ŞANSI YOK
Ramadan Molla:
Size göre bu Eğitim Fakültesi açılacağı kararlaştığından tam olarak taslak hazırlandı mı? Çünkü şöyle bir sorun var: Açılacağı andan itibaren, açılması kesinleştikten sonra, şöyle bir tartışma çıkıyor azınlık toplumunda. Bu Fakülteye Yunanlılar da girecekler ve azınlık okullarında Türkçe ders verecekler.
Çetin Mandacı:
İzin verirsen bir düzetme yapayım. En azından benim bildiğim şu ana kadar uygulamaya göre hiçbir Yunanlı öğrencinin orada işi yok, hiçbir Yunanlı öğrencinin de gelip okullarımızda ders verme şansı yok.
Ramadan Molla:
İnşallah
Çetin Mandacı:
Onu her zaman dile getirdim ve getirmeye de devam edeceğiz. Olmaz deye bir şey yok, yani olursa ona göre çaresine bakarız. Azınlık 40 yıldan beri çekiyor.”
Cemil Kabza:
Ben sorduğum soruya tekrar gelmek istiyorum. SÖPA’nın yerine çıkmış okulla ilgili. Başlangıç bana göre yanlış oldu. Başlangıçta, okulların kapatılması aşamasında nasıl azınlık milletvekilleriyle konuşturlar da, size göre bir diyalog yapılmışsa ve onun sonucunda bu karar alınmışsa, bu okul konusunda böyle bir şeye şahit olmadık, duymadık.
Çetin Mandacı:
Hayır. Ben şunu söyleyeceğim. Kesinlikle SÖPA’nın kapatılması ve yerine açılacak olan okulla ilgili olaraktan, biz, iki milletvekillinin görüşüyle yapılmıştır. Ve bunu karşılıklı olarak, tartışmak suretiyle, konuşmak suretiyle yapıldığı kesindir. Eğer bazı gecikmeler varsa, onlar da Allah’ın izniyle düzeltilecek.
Cemil Kabza:
İlgili yasada veya fakülteye sadece azınlık çocukları alınacak diye bir talebi vardı azınlıktan ama dikkate alınmadı. Şu anda belki 20 kontenjan açıldı ve 20 kontenjan Batı Trakyalı Türk öğrenciler tarafından doldurulmuş olabilir, Yunanlardan hiç birisi onu tercih etmemiş olabilir, ama ileride etmeyeceği de anlamına gelmiyor. Yasada açık bir durum var. Azınlık ısrarla üzerinde durduğu bu konuda herhangi bir gelişme yaşanmadı.
Çetin Mandacı:
Akademi öğretmenlerine baktığımızda derki Azınlık okullarında akademi mezunları onlar girer diye 697 nolu yasada geçer var yani bu. Yanlış hatırlamıyorsam. Bunun benzeri gelecek olan yasada belirlenecek. Azınlık okulunda eğitim verecek olanlar azınlık fertleridir diye yasaya vurgulanacak. Onu söyleyeyim size. Şimdi açıkçası söyleyeyim, ben bu işin içinde başından beri var olduğumdan biliyorum ve rahat bir şekilde herkese basının önünde bir sorun çıkacağını ben kesinlikle düşünmüyorum.”
Ramadan Molla:
Pangalos’un bürosunda yapılan toplantıda milletvekillerimizin haberi olmadı ve davet edilmedi dediniz. Papandreu Başbakanlık döneminde Demircik köyüne bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyarette Azınlığın ana konuları tarihi konuları hakkında çok önemli gelişmeler olacak dedi ve deyim yerindeyse gündeme bomba gibi düştü. Papandreu’nun bunlar kişisel görüşleri miydi veya partinin görüşleri miydi? Eğer partinin görüşleri olmuş olsaydı Pangalos’un bürosunda yapılan toplantıya milletvekillerimiz neden davet edilmedi? Bir çelişki var burada.
Mandacı:
Papandreu oraya geldiğinde Başbakan sıfatıyla geldi. Bence bir Başbakanın görüşleri kişisel olamaz. Hükümeti temsilen Başbakan olarak geldi. Pangalos’un toplantısına baktığımızda ben şunu söyleyeceğim. Tabii bizlerin oraya davet edilmesi mümkün olamazdı. Çünkü kim katılır bu Bakanlar arası toplantıya, kabinede olan Bakanlar katılır. Bunu biliyorum ben en azından. Ama ne olurdu, toplantı öncesi iki milletvekili olarak çağrılırdık. Biz konuştuk belki on defa toplantı yaptık bu konu hakkında. Denilebilirdi, “bakın biz toplandık, en son gelinmiş nokta bu. Biz yapabileceklerimiz bu kadar ve biz bunu Bakanlar Kurulu toplantısına getireceğiz ve ardından da meclise gelecek bu olay.” Veya toplantı bittikten sonra, “bakın biz böyle bir karar aldık, şu noktalarda birleşiyoruz, şu noktaları kabul ediyoruz, bunları kabul etmiyoruz, bu şekilde getireceğiz, illa getirmek niyetindeyiz” demiş olsalardı bence durum farklı olurdu. Ama burada bence başbakanın konuştuklarıyla bu yapılanlar arasında bir tezat görmüyorum. Oradaki mantalite neydir, eski bildiğimiz zihniyet. Neydi, Azınlığa sormadan, Azınlığa danışmadan biz konuşuruz ama tek farkı muhabbet yapıyoruz, ney mi, diyalog yapıyoruz sözde bir diyalog ama biz bildiğimizi yaparız. Bildiğimizden şaşmayız, bildiğimizden geri dönmeyiz. Ben açıkçası bunu bu şekilde algıladım. Bu konu üzerine en fazla giden Yunan basını oldu. Yunan basını bu konu üzerinde beni çok kez rahatsız etti. Görüşlerimi dile getirdi. Azınlık basınından birçok kişi aramadı beni. “Ya böyle bir toplantı yapıldı senin görüşün nedir milletvekili olarak” denmedi.
ASIL SORUN BİZ BU ÜLKEDE İKİNCİ SINIF VATANDAŞ MUAMELESİ GÖRMEYE DEVAM EDİYORUZ. ASIL MESELE BU!
Şimdi nereye geleceğim ben. Asıl sorun burada.
Biz iki milletvekili olarak ben ve Hacıosman, iktidar partisinin en azından hükümette ortak partilerden biri olan PASOK Partisi’nin milletvekilleriyiz. Eğer en azından toplantı öncesi veya toplantı sonrası bizleri davet edip bu toplantının içeriği hakkında bilgi verilmemesi bence çok ayıp oldu. Ben açıkçası böyle bunu içime sindiremiyorum. Yunanlı bir Bakanın çıkıp da yerel Yunan basında toplantı içeriğini en azından bir parça “biz bunu görüştük, bunu çözeceğiz” demesi açıkçası ben içime yediremedim. Demek ki asıl buradaki sorun biz bu ülkede ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmeye devam ediyoruz. Asıl mesele bu. Ama bu nedir, bu yıllardan beri tanımış olduğumuz zihniyetin böyle bir ürünü. Demek ki bu siyasi partilerdeki bu işleyiş değişmemiş. Değişmeye de niyeti yok. Zaten ben şunu söyleyeceğim, Yunanistan’ın şu an içinde bulunduğu ekonomik krize bir bakın. Bu nasıl oldu, kendiliğinden mi geldi, bu bence ülkedeki mesele sadece bir ekonomik mesele değil bu ülkede aynı zamanda siyasi bir krizin neticesi bu. 1974 yılından sonra bu ülkeyi yönetenlere baktığınızda, hep aynı kişiler. Eğer bu aynı kişiler yıllarca bu Azınlığa hepimizin bildiği bu ayrımları yapmışlarsa, çok iyi biliyorsunuz yani bunu söylemeye de gerek yok.
Eğer biz tabii Türklük kimliğiyiz, İslam dinine sahibiz, biz bu ülkenin vatandaşlarıyız. Ama bir bakıyorsun 1974’ten 1990’lı yılların ortalarına kadar bu toplum gerek sosyal alanda, gerekse ekonomik alanda hep kısıtlamalarla karşı karşıya kaldı. Eğitim ortada, dini özgürlükler ortada, eğer bu adamlar bize bu işi yapmışlarsa, şu anda 2011 ki biz bunları 40 sene önce gördük. 30 Sene önce gördük. Ama 2010 yılına baktığımızda, 2009 yılına baktığımızda ülke bir ekonomik kriz içinde. Bunu yapan kim, bunu yapan yine siyasiler. Açıkçası bazen diyorum hakikaten azınlık olarak halimize şükretmemiz lazım. Bize çok daha kötü de yapabilirlerdi. Dolayısıyla bu eski zihniyetin geriye döndüğünü görüyorum ve şunu söyleyeceğim arkadaşlar. Herhalde önümüzdeki dönemde milliyetçilik unsurları artacak.
Burada LAOS Partisi’nin şu anda iktidar partisi olmuş olması bence Yunanistan’ın bundan sonra geleceği açısından hiç de umut verici bir olay değil. Bence Yunanistan’ın geleceği açısından dönüm noktası olduğunu düşünüyorum ben.
YAPILMIŞ OLAN NE HAREKET VARSA HERKESİN BİLGİSİ DAHİLİNDE YAPILMIŞTIR, SADECE İKİ MİLLETVEKİLİN KEYFİ KARARLARI KESİNLİKLE DEĞİL!
Abdülhalim Dede:
1952’de Türkiye ile Yunanistan bir Kültür Anlaşması imzaladı. Bu Kültür Anlaşması’yla Türkiye’den öğretmen okullarından öğretmenler Batı Trakya’ya geldiler ve çalışmaya başladılar.
1966-67 senesinde SÖPA açıldı. 1958-68 yılları arasında yaklaşık 300 öğretmen tayin edildi Türkiye öğretmen okulu mezunlarından. O yıldan sonra tayin edilen Türkiye öğretmen okulu mezunları bir bir azledilmeye başladı ve yaklaşık 280 – 190 öğretmen kaldı. 1967’den sonra SÖPA’dan mezun olan öğretmenler anayasa ve kanunlara aykırı bir şekilde öncelikli olarak azınlık ilkokullarına tayin edilmeye başladı.
Çetin Mandacı:
Doğru…
Abdülhalim Dede:
Ve bunun 2 sene öncesine kadar da son öğretmen okulu mezunu öğretmenin de emekliye ayrılmasıyla, son 2 seneden beri azınlık okullarından bütün öğretmenler SÖPA’lı.
Bir, bunun 5 sene öncesine kadar Yunan ilkokullarında okuyan azınlık talebelerin sayısı %2. Son 5 sene içerisinde Yunan ilkokullarında okuyan azınlık talebelerinin sayısı 4,600. Bu da %45 yapıyor. Azınlık okullarında okuyan çocukların sayısı 6,300. Toplam 10.500 talebenin 4,500’ü Yunan okullarında. Ve ne gariptir ki, bu azınlık özellikle 1980’li yıllarda özellikle İskeçe’de başlayan direnişlerle. İlki Elmalı’da ikincisi Karaçanlar’da. Senelerce okullar kapandı, greve gittiler. Bir dönem, o dönemin çocukları Türkiye’ye gittiler, aileler parçalandı. Azınlık eğitimi
diyoruz ve bugünkü duruma geliyoruz. Azınlık tarafından kabul görmeyen SÖPA’lı öğretmenler bugün azınlığın eğitimi üzerinde söz sahibi oldu. Sizin de içerisinde asbaşkan olarak bulunduğunuz Danışma Kurulu’nun içinde karar merciinin kişilerinin bir tanesi SÖPA’lı öğretmenler. Ne biçim lahana turşusu bu? Bir taraftan istemiyoruz, diğer taraftan azınlık eğitiminin içine, yani azınlık eğitimini baltalayan, rezil eden ve azınlığın çocuklarını Rum okullarına gönderilmesine sebep olan SÖPA’lılarla işbirliği yapıyorsunuz, aynı yerde oturuyorsunuz, onlarla beraber karar alıyorsunuz. Onların eğitim yılında oturup karar almalarını, eğitim mesajları yayınlamalarını, yan yana fotoğraflar çekip, harala hurala diye gününüzü gün ediyorsunuz.
Bütün bunları bir göz önünde bulundurduğunuzda, okulların kapatılması veya birleştirilmesi, SÖPA’nın kapatılması haliyle çok önemli bir karar, gerçekten ama ne zaman? Bugün eski başbakan PASOK’un başkanı Papandreu daha 1995 yılında Milli Eğitim Bakanı olduğunda Gümülcine’de yaptığı üniversite rektörleri toplantısında kendisine SÖPA meselesi ilk defa dile getirildi benim tarafından ve medreselerin nasıl bir kurum olduğunu o zaman anladı. Medreseler ne kuruluydu biliyor musunuz? Medreseler lise ayarına ne zaman geldi biliyor musunuz? 1998 senesinde. 1998 senesine kadar medreseler lise ayarında değildi. Lise ayarında olmayan okullardan mezun olan kişiler üniversite ayarında olduğu sözde iddia edilen SÖPA’ya öğrenci olarak alınıyordu. Oradan mezun olan kişiler üniversite mezunu olarak okullarımıza gelip öğretmen olarak tayin ediliyordu. Bunlar hep idare-i maslahatçılık zihniyeti içerisinde Yunan devletinin azınlık aleyhine işlediği oyundu. Bu da niye? Azınlığımız hiçbir zaman tepki göstermesini öğrenmemiştir de onun için. Şimdi arkadaşların oturup ortaya koydukları acaba yeni açılan üniversiteyle ilgili, nasıl olur mu olmaz mı, yapar mı yapmaz mı. İyi dediğiniz doğru, iyi bir adımdır, açılmıştır, bakalım bundan sonra ne olacak. Ama Rum öğretmenler de kalkıp tayin edilmeye başlanıldığı zaman azınlık okullarına Türkçe öğretmenliğine. Diyelim ki girdi, bu sene girmedi, 20 tane Türk girdi. Seneye girecek 2 tane de Rum, 18 tane Türk 2 tane Rum. Daha sonraki sene 15 tane Türk 5 tane Rum. Daha sonraki sene yarı yarıya olacak, belki de ondan sonra kalkıp diyecek 10’a 10’a veya 15 tane Rum 5 tane Türk. Ve başlayacaklar bizim okullara tayin etmeyi bu öğretmenleri. Aynı SÖPA’lılara karşı gösterdiğimiz tepkiyi bu azınlık gösterir o zaman. Aynen nasıl Elmalı’da olduysa, nasıl Karaçanlar’da olduysa, 1 sene 2 sene 3 sene 4 sene kapatacağız okullarımızı ama diğer okullar nasılsa bedava. Çünkü bu azınlık bedavayı da çok seviyor. Öğretmenlere para vermeye pek alışık değil. “E ne olacak be yav Rum öğretmenine ver. Nasılsa Rum okuluna gönderiyoruz, göndermeyiz, Rum öğretmeni zaten Türk okunla geliyor. Daha iyi takma kafana!” Yani 20 sene önce söylediklerimizi bugün nasıl oturup tartışıyorsak, acaba 20 sene sonra Rum öğretmenler tarafından Türkçe dersi verilmeye başlandığında azınlık okullarında aynı tepkiyi mi göstereceğiz? O zaman Rum öğretmenleri de azınlık öğretmenleri olarak kabul edip onları da mı Danışma Kurulu’na acaba temsilci olarak kabul edeceğiz?
Bunlar günü birlik olan olaylar değil, uzun siyasi konulara karar veren, belirli bir politikayla yön veren hareketlerdir, devletin izlediği bir politika. Azınlık olarak siz bir milletvekili olarak, iki tane milletvekili olarak, bunları derinlemesine hiç incelediniz mi, düşündünüz mü? Nasıl bir yol izlenmesi gerekiyor? Bu işin daha başındayken, “Dur! Stop! Biz sizin iyi niyetinizi gördük! İşte akademi, işte öğretmenler, işte azınlık okulları. Ben iddia ediyorum. Bunun 20 sene öncesi iddia ediyordum azınlık okullarının kapatılacağını. Ve devam ediyorum iddiaya, 20 sene sonra 10-15 tane azınlık okulu kalacak. Onlar da dağ köylerinde, uzak köylerde. Azınlık okulu diye bir okul kalmayacak 20 sene sonra. Çünkü azınlık talebelerinin yarısı zaten Yunan ilkokullarında. Rum öğretmenler veya Türkçe hiç bilmeyen bugün bile oturup Türkçe bilmiyor öğretmen ya! Benim torunum öğretmeniyle dalga geçiyor. Öğretmeni Türkçe bilmiyor ona gelmiş ders veriyor, ne dersi? Bunları acaba derinlemesine, değil Danışma Kurulu’nda olduğu gibi “Ha bir an önce bitirelim de, tamam önceden alınmış kararları, ha tamam mı arkadaşlar? Tamam. Haydi gitti bitti.” Ya bu işleri biz azınlık olarak halledeceğiz. Veyahut da bu işler bizi aşıyor. Türkiye ile Yunanistan’ın meselesidir, ki eğitim meselesi öyledir, Türkiye ile Yunanistan’ın bir meselesidir. Vakıflar meselesinde olduğu gibi. Tekrar ediyorum, ne vakıflar meselesini biz çözebiliriz, ne de eğitim meselesini biz çözebiliriz. Çünkü kendi istek ve inançlarımızı ortaya koyup ona göre mücadele etmenin yolunu daha öğrenmiş değiliz milletvekilim. Her şeyi Ankara’dan, Atina’dan bekliyoruz. Biz yapamazsak Ankara nasılsa bastıracak. Bastırmıyor! bunu anlamanız lazım bir an önce. Eğer Ankara bastırsaydı SÖPA’lılara kalmazdı bu azınlık okulları. Ankara dikkat ederseniz SÖPA’lıları kabul etti içimize. İnsan olarak hiçbir şey yok, büyük çoğunluğu da kardeş çocuğu, akrabam vesaire hiç. Yani şahsi olarak bir sorunumuz yok ama öğretmen olarak çok büyük sorunum var. Çok büyük sorunum var. Ankara bunları kabul etti ve biz yuttuk, biz de kabul ettik.
Ne zaman doğru yapıyorduk? SÖPA’lıları istemediğimiz zaman mı, yoksa şimdi SÖPA’lıları büyük bir meseleymiş gibi azınlığın öğretmenleri diye oturup kabullenip hayda vay azınlığın öğretmenleri oldu…
Çetin Mandacı:
Hatta Dede şunu söyleyeceğim ben. Belirli bir noktaya geldik ki, SÖPA’yı arar gibi, SÖPA ne kadar iyi bir okul deme noktasına bile geldik yani!
Abdulhalim Dede:
Allah razı olsun.
Çetin Mandacı:
O noktaya bile geldik yani. İnsanlar gördüm böyle, mikrofonlar önünde, yani bu yeni okul o kadar kötü bir okul ki, daha henüz yok bir şey ortada, SÖPA’yı arayacağız, ben…
Abdulhalim Dede:
Maalesef SÖPA’nın ne olduğunun farkında değil. Yunan Dışişleri Bakanlığı ve Yunan milli istihbarat teşkilatının kontrolü altında olan bir okuldur. Hiçbir eğitim durumu olmayan tamamen Dışişleri ile Yunan KİP’inin emrinde olan bir okuldur. Oraya gidecek olan talebeyi de onlar seçiyor. 30 tane talebe alacak, 100 tane müracaat var. O 30 kişinin kim olacağını Yunan Dışişleri ile Yunan milli istihbaratı karar veriyor.
Çetin Mandacı:
Şimdi izin verirsen Dede şunu söyleyeceğim. Ben de yaklaşık 4,5 yıllık milletvekilliği süresince bu en son bahsetmiş olduğun altını çizdiğin olaya aynen katılıyorum. Aynen katılıyorum. Bu SÖPA’ya alınan öğrencilerin birçoğuna baktığınızda, objektif kriterlerle, yazdıkları sınavla hiçbir alakası yok. Oradaki Siyasi Büro “O gidecek, bu gidecek dediği andan itibaren o kişiler gidiyorlar. Ben şahit oldum.
Abdulhalim Dede:
Sözünü keseyim. 3 gün önce Hacıosman’daydım. 3 yıl önce Şapçı lisesinden mezun olan bir hacımız geldi. 19,7 ile lise diplomasını almış. SÖPA’ya müracaat etmiş ve almamışlar.
Çetin Mandacı:
Zaten bunlar hepsi bilinen gerçek. İkincisi okullara özellikle şu an en azından ASEP ile giriyorlar. Ama eskiden oraya girmek için de parmak uçardı. Kim kime yakınsa o şekilde giriyordu. O yüzden benim iddiam o ki, yeni açılacak okul bence her şeye rağmen, tabii insanımızın, basın mensuplarının kafasında soru işaretleri olması kadar doğal bir şey olamaz. Ama ben diyorum ki bu bir üniversite. Üniversitede yetişen insanların ben hür insan olduklarını düşünmekteyim. Özgür düşünceye sahip olduklarını düşünmekteyim ve zaman her şeyi kendiliğinden gösterecek.
Tabii şu anda bir başlangıçtayız. Eğer bu başlangıç önümüzdeki dönemde 6 ay sonra bir sene iki sene içerisinde kendisini gösterecek hangi yola gidiyor. Eğer bir sorun çıkarsa o zaman gerekli neyse müdahale yapılır. Ama en azından şu ana kadar söyleyeceğim, bu yapılmış olan ne hareket varsa herkesin bilgisi dâhilinde yapılmıştır, sadece iki milletvekilinin keyfi kararları kesinlikle değildir.
Ahmet Davut:
Sayın milletvekilim, son zamanlarda Yunanlı arkadaşların söylediği bir şey var. “Sizin çocuklarınız Yunan okullarında ders veriyor da, neden SÖPA’nın yerine açılan bu okulda Yunan çocukları okumuyor?” Bu söyleniyor Yunan basınını takip ederseniz.
YUNAN BASINI BİZİM TÜRKLÜĞÜMÜZÜ KABUL ETMİYOR, Kİ BÖYLE BİR OLAY GERÇEK DEĞİL. DEMEK YUNAN BASINININ YAZDIĞI HER ŞEY DOĞRU DEĞİL
Çetin Mandacı:
Şimdi Ahmetciğim şöyle bir şey. Yunan basını çok şey söylüyor. Yunan basınına göre eğer onu takip edersek biz o zaman Türklüğümüzü dahi kabul etmememiz lazım, öyle değil mi? Yunan basını bizim Türklüğümüzü kabul ediyor mu? Hayır! Onlara göre biz Müslümanız hatta Yunan Müslümanız, ki böyle bir olay gerçek değil. Demek Yunan basının yazdığı her şey doğru değil.
Tabii bazı görüşler ortaya atılacak. Bizim okullarımız Lozan Barış Antlaşması okulları. Bunun altını çizmek lazım. Yani bazı şeyleri isteseler bile yapmak mümkün değil gibi düşünüyorum ben.
Şu noktaya geleceğim, hakikaten son dönemde baktığımızda azınlık okullarımıza giden öğrenci sayısının her geçen gün azaldığını görüyorum. Bu azınlığın geleceği açısından umut verici bir olay değil. Tabii bizler kimin çocuğunun hangi okula gideceğini, git veya gitme diyemeyiz. Ama şunu söyleyeceğim. Maalesef toplumumuza baktığımızda, önde gelen insanların bu işin başını çektiğini, bu işin bayraktarlığını yaptığını görmek de ayrıca üzülücü bir mesele. Eğer bir milletvekili, milletvekili adayları, din adamları evlatlarını Yunan okullarına gönderirlerse, “Biz Türkçeyi iyi biliyoruz, çocuklarımıza öğreteceğiz. Rum okuluna gitsin Yunanca öğrensin” demiş olmaları bence çok yanlış bir tutum. Bunun toplumun her kesiminin reaksiyonunu ortaya koyması gerektiğini düşünüyorum. Bu yanlış bir hareket. Önce biz toplumdaki önde gelen kişiler, yüksek tahsillilerin, din adamlarının bu işin başını çekmemiz lazım olumlu yönde.
Abdulhalim Dede:
Özür dilerim milletvekilim sözünüzü keseceğim. Her aile kendi çocuğunun geleceğini düşünür. Eğer azınlık okullarında iyi bir eğitim görme imkânı olsaydı, o zaman söylediiğinizde haklı olurdunuz. Fakat azınlık okulunda eğitimi denen bir şey kalmamış. Gitmiş, bitmiş, Türkçe öğreten öğretmen Türkçe bilmiyor. Ne için göndersin o aile çocuğunu oraya? Ne için göndersin?
Çetin Mandacı:
Eğer bir sorun varsa, bunun düzeltilmesi için gerekli olan çabayı göstermemiz lazım.
Abdulhalim Dede:
Yapmıyoruz işte mesele o.
EĞER ÖRGÜTLENMİŞ OLSAK, EĞER KARAR MEKANİZMALARIMIZ OLSA, AZINLIĞIN DURUMU ÇOK FARKLI OLURDU
Çetin Mandacı:
2008 yılının sonundaydı yanlış hatırlamıyorsam, İskeçe Merkez İlkokulu’nda yürüyüş yaptık. Doğru veya yanlış. İçindeki sebep doğru veya yanlış ne olursa olsun. Ama en azından 100 kişi, 500 kişi, 2000 kişi sokağa çıktık, bu sorunumuz var diyebildik. Bence azınlıkta önemli olan sorun örgütlenme özgürlüğü, örgütlenme sorunu. Maalesef hiçbir anlamda örgütlenebilmiş değiliz. Eğer örgütlenmezsek ne ekonomide, ne de sosyal yaşamda herhangi bir şansımız yok.
Bakın şu söyleyeceğim. 2007 yılında çıktım dedim ki, ben milletvekili olacağım ve milletvekili oldum, Çetin olarak oldum. Azınlığın bir partisi var mıydı? Vardı ama faaliyet dışıydı. Hep kişisel hareket ediyoruz, belirli bir seviyeye geldikten sonra da azınlık adına konuşuyoruz. Bence asıl mesele azınlığın örgütlenmesi çok çok önemli. Özellikle siyasi yaşama baktığınızda diğer alanlarda olduğu gibi bir örgüt bozukluğu var. İnanın ki hiçbir örgütlenme yok. Eğer örgütlenmiş olsak, eğer karar mekanizmalarımız olmuş olsa, bence şu anda azınlığın durumu çok daha farklı olurdu düşüncesindeyim.
Sami Karabıyıkoğlu:
Son yapılan Bakanlar toplantısındaki azınlık konuları arasında müftülük konusu da vardı. Taslağın üç aşağı beş yukarı bazı noktalarını gördüğünü söylediniz. En azından bu konuda bir çalışma var. Şu anda neredeyiz, ne kadar bilginiz var? İkincisi de sizin partinizle son 2,5 yıldır bir güven bunalımı var. Hatta kimi zaman belki aday olamayabilirim dediğiniz noktaya kadar geldiniz. 5 ya da 6 ay içerisinde seçim olacak, bütün bu gelişmelerden sonra aday olmayı düşünüyor musunuz? Bir üçüncü soru da DEB partisi karşınıza aday çıkarırsa yine aday olur musunuz?
Bilal Budur:
Sayın milletvekilim, gördüğüm kadarıyla toplantının başından beri baya bir dolusunuz partilere karşı, devlete karşı. Burada yaptığınız daha önceki toplantıda azınlık sorunları noktasında ufak bir gelişme yaşanmazsa bundan sonra PASOK’tan aday veya belki de aday olmam şeklinde bir söz sarf etmiştiniz. Bize anlattığınız kadarıyla deminden beri bizim sorunlarımız noktasında gerçekten olumlu bir gelişmenin yaşanmadığı. Siz bundan sonra aday olmayı düşünüyor musunuz? Bir siyasetçi olarak nasıl hareket etmeyi düşünüyorsunuz bu noktadan sonra?
Abdulhalim Dede:
DEB partisine katılacak.
Çetin Mandacı:
Yaklaşık 8 ay önce beni ve Hacıosman’ı, Pangalos’un bürosuna çağırdılar. Dediler ki, biz bir yasa taslağı hazırladık. En azından 20 tane ilke hazırladık. Müftünün yargı yetkileri hakkında, müftünün seçim usulü hakkında ve müftünün süresi hakkında. Dediler ki, bunlar hakkındaki görüşünüz ne? Önce müftünün süresi hakkında başlayayım. Dediler ki, müftünün ömür boyu müftü olamaz. 5 + 5 veya 7 + 7. Biz 7+ 7 şeklinde kabul ettik.
MÜFTÜLÜK SEÇİMİ KONUISUNDA NELER YAŞANDI
İkincisi müftünün yargı yetkileri hakkında dedik ki, bizde müftünün yargı yetkileri sizin bildiğiniz anlamda şeri yetkileri yok. Bu aynı zamanda bizim toplumumuzun kültürünün bir parçası ve azınlık insanı da bunların kalmasından yana. Ve bu da kabul oldu.
Üçüncü bir nokta müftünün seçimi hakkındaydı. Burada bizim teklifimiz şu oldu. Dedik ki, biz müftülerin bilirkişiler tarafından, seçim kurulu heyeti tarafından seçilmesinden yanayız. Kim seçecek müftüyü? İmamlar, ilahiyat fakültesi mezunları artı bir de her köydeki vakıf heyet başkanları seçecek. Onların teklifi neydi? Onların teklifi, 30 kişinin İskeçe’de, 30 kişinin Gümülcine’de ve 10- 15 kişinin de Dimetoka bölgesinde müftüyü seçmesiydi. Ama kimlerin seçeceği onlara göre, diyelim ki İskeçe’de 30 vaiz var 50 imam var. Bu 80 kişi çöp çekme usulüyle 30 kişilik seçici kurulu oluşturacak. Dedik ki, demokrasilerde seçimle kura usulü bir şey belirleyemezsin. Dinimizde kura da yok. Bize göre kaç tane ilahiyat mezunu varsa o kadar, 30 kişiyse 30 kişi. 80 tane veya 100 imam var ve bu kadar da mütevelli, ki bunlar da halkın seçtiği camilerin işleyişiyle alakalı olan kişiler. Biz bu şekilde teklifimizi sunduk. Tabi onlar bütün vaizleri kabul ettiler, bütün imaları soru işaretiyle kabul ettiler. Ama hep kafalarındaki bu rakamı 30 olarak, 50 olarak, 60 olarak ama hep kura usulüyle. Ve muhtemelen gelecek olan yasada açık söyleyeyim imamları kapsayacak. Ama asıl mesele, en son aldığım bilgiye göre, bu imamların hangi imamlar olacağı şeklinde. Camilerde 5 vakit namaz kıldıran imamlar mı, yoksa 240 din adamının, 240 din üretecisinin olup olmayacağı konusunda büyük kuşkularım var. Biz her zaman için 240 imam yasasının iptalinden yana tavır takındık. Bunun her zaman için iptalini istedik. Bundan yaklaşık 3 ay önce o zaman Papandreu idi başbakan, bu 240 imam yasasının iptalini ve seçici kurula mütevelli heyetlerinin girmesini teklif ettik. Tabii Başbakan o sıkıntılı günlerde dedi ki, ben sizin bütün tekliflerinizi kabul ediyorum. Bunu demesine rağmen bugün baktığımızda bunun böyle olmadığını rahat bir şekilde görebiliyorum. Maalesef arkadaşlar bu 240 imam meselesi, o zaman açıklamalarında belirtmiştim, iki yıl boyunca bunun iptalini istemişsek de hiçbir zaman iptal olmadı. Hatta bundan bir süre önce bir gün Diamatopoulou aradı bizi Hacıosman’la birlikte, dedi ki, ben bu yasa üzerinde değişiklik yapacağım. Nasıl bir değişiklik yapacaksınız? İşte 5 Müslüman yerine 5 Hristiyan yerine çünkü imamları seçen 5 kişilik bir komisyon var, 3 Müslüman 2 de Hristiyan koyacağım şeklinde bir görüş ortaya attı. Dedik ki, biz bunun ne heyetini kabul ediyoruz, hiçbir şeyini kabul etmiyoruz. Ve Bakan komisyona gelecek olan bu yasa değişiklik önerisini geri almak zorunda kaldı. Maalesef benim görebildiğim bu 240 imam yasası karşımızda. İnşallah yanılırım. Yanılmak da istiyorum, böyle olmasını istemiyorum ama benim görebildiğim bu. Tabii böyle bir şey olursa bizim bunu kabul etmemiz mümkün değil. Ben şunu diyorum, önce bir yasa gelsin. Ama müftülük yasasının 2012 yılının başında geleceğinden eminim. Öyle görülüyor en azından ve geldikten sonra hep beraber bunu değerlendireceğiz. Kurumlarımız var. Müftülerimizle, din adamlarımızla, politikacılarımızla birlikte değerlendireceğiz. Gereği neyse ona göre cevabımızı vereceğiz. Tabii bu benim ilk görüşüm. Dolayısıyla Sami şunu söyleyeceğim, müftülük yasasıyla imamlar yasası ikisi beraber geçecek. Bu 35 – 36 sayıdaki yasada hangi değişiklik olacak onu bekleyeceğiz göreceğiz.
TÜRKÜM DİYEN KİM VARSA BEN ONUN OYUNU ALACAĞIM!
İkinci soruna gelince, 2007 yılında adaylığım esnasında beni partiye çağırdılar dediler ki, sen aday olmak istiyormuşsun. Dedim ben aday olmak istiyorum. Dediler ki, sen nereye dayanıyorsun, nereden oy alacaksın? Dedim ki bakın ben doktorum, doktor olduğum için tanıdıklarım var. İkincisi belediyede meclis üyesiyim hem çevrem var hem bir tecrübem var. Üçüncüsü de sizin çok iyi tanıdığınız İskeçe Türk Birliği diye bir kurumumuz var ve ben bu kurumda 3 yıl başkanlık yaptım. Dolayısıyla Türküm diyen kim varsa ben onun oyunu alacağım. Bizim partiyle başlangıcımız bu şekilde oldu. Ayrıntılarına girmeyeceğim. 2007 seçimlerine adaylığım kesinleşti. Hatırlarsanız o zamanlar 3’e 2 olayları vardı. O zaman partinin Genel Sekreteri Athanasakis’di, önce kimin ismi açıklanacak kavgası vardı, orada parti bir yamukluk yaptı bana, anlaştığımız gibi işler yürümedi, seçimlere adaylıkların kapanmasına 3 gün kala dedim, ben adaylığımı geri çekiyorum. Bunu bilen çok insan var. Ve son anda yine aday oldum. Şimdi her gittiğimde burada ne konuştuysam aynı konuşmaları bakanların önünde çok rahat bir şekilde yaptım. Ve bazen de bakanların tepkisiyle karşı karşıya kaldım. Yaklaşık 20 yıldır bu partinin içerisindeyim ben. Ama olay şu Sami, hem partinin milletvekili olacaksın hem de azınlığın milletvekili olacaksın. Bazen bu dengeyi kurmak çok zor. Ve son noktaya geldiğinde bir tercih yapman lazım: parti mi ağır basacak, azınlık mı ağır basacak. Maalesef ülkemizdeki bu siyasi partiler samimi olmadıkları için, ülkemizde adam gibi politikacı olmadığı için, zaten adam gibi politikacı olsaydı Yunanistan bu hallere düşmezdi, bu ekonomik kriz, siyasi kriz yaşanmazdı. Dolayısıyla bunlara pek güven olmaz. O zaman ne yapmam lazım benim? Milletvekili olarak azınlığı seçme mecburiyetim var. Eğer azınlık üyesiysem, eğer Türk isem bunu yapmak mecburiyetim var.
BENİM GİDİŞATIMI MÜFTÜLÜK YASASI BELİRLEYECEK
Şimdi bundan sonraki benim gidişatımı ne Papandreou’nun varlığı veya yokluğu ne partinin gidişatı veya iyi gitmesi kötü gitmesi belirlemeyecek. Bence belirleyecek olan ne olması lazım? Bu önümüzdeki yakın süreçte, özellikle her türlü olumsuzluğa rağmen Parlamentoya gelecek olan Müftülük yasası belirleyecek. Bence nokta bu olması lazım. Eğer hakikaten burada geçecek olan bu yasa azınlığın kabul edebileceği Batı Trakya Türk Müslüman Toplumunun benimseyeceği bir yasa olduğu takdirde devam etmemem için herhangi bir sorun yok. Ama eğer her türlü ikazlarımıza rağmen, eğer her türlü tekliflerimize rağmen, var olan iktidar ki benim de partimin mensubu olduğu iktidar bu yasayı geçirirse o zaman birçok görüşümü yeniden gözden geçireceğim. Nasıl bir tepki koyacağımı onu o zaman geldiğinde hep birlikte göreceğiz. Ama şunu bilin ki o kadar basit bir reaksiyon olmayacak.
Bence, madem ki bakanlararası toplantıda bu müftülük yasası gelmişse, ben olaya şöyle bakıyorum: bence artık Yunanistan’daki bu siyasi sistem, PASOK olsun ND olsun hangisi olursa olsun, önce bunların karar vermesi lazım. Bunlar hakikaten azınlığı istiyorlar mı, yoksa azınlığı istemiyorlar mı? Hem sen azınlığın oyunu isteyeceksin ama azınlığın sorunlarının çözümü noktasında adım atmayacaksın veya attığın adım yanlışsa azınlık bunu benimsemeyecekse demek ki burada bir sorun var. Yani hem oyumuzu alacaksın hem de bir şey yapmayacaksın bu iş böyle olmaz artık yani. Bunu da Allahın izniyle zamanı geldiğinde gerekli reaksiyon ne ise ortaya koyacağız.
AZINLIĞIN YENİ BİR SİYASİ YAPILANMAYA GİTMESİ LAZIM
Hatırlarsanız bu yaz 2011 yılında Gökçeler’de bir mevlitte, bir mahyada dedim ki “Azınlık DEB Partisini desteklemeli”. Bu Yunan basınında, azınlık basınında çok yankı buldu. Görüşüm aynı şekilde. Hatta bir adım ileri gideceğim ben ve diyeceğim ki mutlaka buradaki Müslüman Türk Toplumu organize olması lazım. Yeni bir siyasi yapılanmaya girmesi lazım. DEB partisini de aşmamız lazım. Çok daha büyük bir siyasi yapılanmaya girmemiz lazım. Bundan daha doğal bir şey olabilir mi?
Arkadaşlar ben şunu söyleyeceğim: maalesef ülkemizdeki siyasi yapılanmaya baktığımızda bu siyasi partilerin hepsi sınıfta kalmış. Eğer bu ülkeyi yönetenler, kısacası eğer bir baba evini harç borç içinde bırakıyorsa, bu babadan hayır olmaz. Bile bile kumar oynamış parayı savurmuş, evlatlarına usulüne göre vermemişse. Aynı şekilde ülkeyi 40 yıldan beri yöneten bu partilerin hepsi ülkeyi bu hale getirmişse, eğer ki Yunan halkı en azından medeniyeti, olimpiyatları insanlığa vermiş, demokrasiden bahseden insanlar, ülkeyi yönetenler bu toplumu bu hale getirmişse demek ki onlarda bir sorun var.
Bence bu siyasilerin hepsi ama hepsinin, Yunan halkının bir talebi, halktan özür dilemesidir. Onların halka her şeyi açıklığıyla ortaya koyması diye bir talep duyuyorsunuz değil mi? Bu çok yunan basınında yer alıyor. Ben de buradan hareketle bir şey söyleyeceğim. Biliyorsunuz ki Hrisohoidis bir Bakan. En başta gelen bakanlardan bir tanesi. Bugüne kadar partinin politikasının yanlış olduğundan bahsetti. Nerdeyse eski Başbakanı yerden yere vurdu. Demek ki öyle bir noktaya geldik herkes artık doğruları konuşmak zorunda. Bu noktada benim söyleyebileceğim tek bir şey varsa o da Yunanistan’daki bütün siyasi partilerin, başta benim de bulunduğum PASOK partisi, Yeni Demokrasi Partisi, KKE, hangi parti, mesela yeni bir parti var şimdi Bakoyanni’nin partisi, sanki bir reklam, sanki yeni bir oluşummuş ki biliyorsunuz ki bu parti Yeni Demokrasi Partisi’nin bir türevi. Bakoyanni neydi? Bakandı. Azınlığın kabul etmediği vakıflar yasası onun ürünü. İmamlar yasası İlhan Ahmet ile Bakoyanni’nin bir ürünü. Şimdi bu parti gelip sanki kılıf değiştirmiş, azınlığa haklarını verecek bir parti olarak karşımıza çıkması mümkün değil. Hatta onun derhal gelip bu partinin hepsinin, azınlıktan bugüne kadar yaptıkları yanlışlar için hepsinin özür dilemesi lazım.
BUNDAN BÖYLE AZINLIK HİÇBİR PARTİYE SU TAŞIYICI OLMAYACAK
Bence bunlar Yunan halkından olduğu gibi buradaki Müslüman Türk azınlığından da özür dilemesi gerektiğini düşünüyorum. Ve şunu söyleyeceğim, eğer bundan sonra, açık ve net söylüyorum, azınlık oylarını bu kadar kolay alacaklarını düşünürlerse, bundan sonra büyük hata yaptıklarını görecekler. Bundan böyle azınlık hiçbir partiye su taşıyıcı olmayacak. En azından benim temennim bu şekilde, çabalarım da bu şekilde olacak. Olur olmaz onu zaman gösterecek, ama Çetin Mandacı olarak şu anda ben PASOK partisinin milletvekiliyim. Ben bunları bir kez daha söylüyorum.
DEDİK Kİ BİZ OSMANLI TORUNLARIYIZ, AHMET ABİYLE ONU KONUŞTUK
Çünkü çok kez azınlıkla dalga geçtiler. Mesela ben Papandreou’nun yüzüne söyledim dedim ki Sn. Başbakan. Biz iki milletvekili olarak sizlerin en zor zamanınızda hiçbir pazarlık yapmadan, oturup masaya alışveriş yapmaksızın almış olduğunuz her türlü ekonomik önleme ‘evet’ dedik. Biz burada pazarlık yapamaz mıydık? Rahat bir şekilde yapardık. Ama asıl mesele azınlıkla devlet arasındaki güven ortamı. Biz bunu yapmış olsaydık zaten var olmayan zedelenmiş güven ortamını daha fazla zedelerdik. Dedik ki biz Osmanlı torunlarıyız, Ahmet abiyle onu konuştuk. Dedik ki biz bunlara güveneceğiz. Onlar aldatsınlar sorun yok yani. Ama biz güveneceğiz. Biz bütün Yunanlılara, Atina’ya şu mesajı vereceğiz: Buradaki Müslüman Türk Toplumu bu ülkenin bir parçasıdır. Geçmişte olduğu gibi bugün de, yarın da biz ülkemizin yanında yer alacağız. Ülkemiz zor karar alma aşamasındayken, onların işini zorlaştırmayacağız. Dostlar ne zaman belli olur? İyi günde belli olmaz, kötü günde belli olur. Dolayısıyla almış olduğu her türlü ekonomik önlemlere pazarlık yapmaksızın ‘evet’ diyeceğiz. Dolayısıyla ben bugün bunları konuşabiliyorsam neden konuşuyorum? Çünkü gerekli olan fedakârlığı yaptık. Siyasi riski göze aldık, siyasi çıkarları bir kenara iterekten, azınlığın hiç bir suçu olmaksızın. Çünkü bu ekonomik krizde veya siyasi krizde, biz bu toplumun %1,5’yiz. Kesinlikle ve kesinlikle ufacık bir tane kadar suçumuz yok. Ne devlet memurları bizde var ne bu paraları götürecek o kadar işadamlarımız var ne de bugün için Bakanlık yapmış ve o paraları götürmüş insanlarımız var. Dolayısıyla azınlığımızın hiç bir suçu olmamasına rağmen, insanlarımızı da zor duruma getirecek olan bu yasalara ‘evet’ dedik.
Ve şunu söyleyeceğim. Düşündüm bundan sonra ben ne yapacağım diye. Bence bundan sonra, kendi açımdan konuşayım, bana yakışacak olan şudur: eğer bu hükümet yine bir önlem paketi almaya kalktığında, bu önlem paketi açık söylüyorum azınlığın cebine 1 euro dokunacaksa, cebinden 1 euro alacaksa benim bu yasalara ‘evet’ demeye hiç niyetim yok. Sonuç ne olur bilmiyorum. Ne zamana kadar? En azından şu bahsetmiş olduğumuz müftülük meselesine çözüm buluncaya kadar. Nasıl bir çözüm? Azınlığın istediği şekilde, azınlığın üzerine uyacak şekilde bir yasa gelinceye kadar. İnanın ki böyle bir yasa gelsin, herhangi bir siyasi çıkarı düşünmeksizin her türlü yasaya ‘evet’ demeye hazırım. Ama artık sırası geldi. Biz her türlü fedakârlığımızı yaptık, ülkenin zor günlerinde yanlarında yer aldık. Artık sıra onlarda. Onlar bizi istiyorlar mı? Onlar bizi istemiyorlar mı? Ama artık bundan sonra su taşıyıcı olarak değil. Eğer bunu dikkate almazlarsa. Biz de o zaman, benim gördüğüm azınlık yeni siyasi arayışlar içerisine girecektir. Ama bunu yaparken tek başına değil. Bir Çetin Mandacı bir Ahmet Hacıosman olarak değil. Bunun, Allahın izniyle, grup bazında olacağına inanıyorum ben.
Dolayısıyla sonuna geleceğim ve noktayı koyacağım. Şu anda partimle aramda, değişik zamanlarda aramızda basına yansıdığı kadar sorun olmadı. Açıkçası ne bir defa çağırıldım, ne de bir defa ikaz edildim. Sadece azınlığın görüşünü ortaya koyan görüşlerimi ortaya koydum ben. Ve bu konuşmalarımın hepsinin bilincindeyim. Ne konuştuğumu gayet iyi biliyorum. Bence mesaj her tarafa açık bir şekilde gitsin diye düşünüyorum. Artık sıra mesaj giden yerde.
SÖPA YERİNE KURULAN YENİ FAKÜLTE
OZAN AHMETOĞLU:
Fakülte olayına geri dönmek istiyorum. 42 yıl sonra SÖPA kapatıldı. Ve doğal olarak azınlık daha iyi bir sistem, daha güzel çalışan bir sistem ve azınlık okullarını, azınlık eğitimini yok olmaktan kurtaracak bir eğitimci yetiştirecek bir sistem istiyor arzuluyor. Hepimiz bunu arzuluyoruz. Çünkü dediniz ki SÖPA’dan daha iyi olacak. Bunu haklı çıkaracak nedenleriniz mutlaka vardır. Benim merak ettiğim şu: neden şu ana kadar bakanlıktan, hükümetten bu fakülteyle ilgili resmi bir açıklama yapılmadı? İkinci olarak, diyoruz ki bu yeni fakülte eski sisteme göre daha güzel olacak. Ancak bilebildiğimiz kadarıyla, basından öğrendiğimiz kadarıyla buraya alınan azınlık çocukları, normal fakültenin normal derslerini hepsini alacaklar zorunlu ders olarak ve Türkçe dersleri seçmeli olarak alacaklar.
ÇETİN MANDACI:
Hayır. Kesinlikle sen bu fakültenin…
OZAN AHMETOĞLU:
Durun tamamlayayım ondan sonra cevap verirsiniz. En azından yansıyan bu şekilde, inşallah yanlıştır. Bu konularda resmi bir açıklama olsaydı bugüne kadar, çünkü yılın yarısını yedik Aralık Ocaktayız, anlayacaktık en azından hepimiz. Azınlık bu bölümde sizce yeterince söz sahibi mi? Mesela bu bölümün bir müdürü, müdürü olamaz da, belki bir Müdür yardımcısı azınlıktan biri olacak mı? Bu okulun bu bölümün yönetiminde bir azınlık bireyi olacak mı? Tabi diğer konular da önemli. Bu bölüme Yunanlı Hıristiyan vatandaş, azınlık dışında bir vatandaş alınacak mı? Okullarımıza tayin olacak mı? Tayinler nasıl olacak v.s.? Bu konularla ilgili biraz bilgi verebilir misiniz?
ÇETİN MANDACI:
Şimdi bir kere bu bildiğimiz klasik alanda Yunanistan Dışişleri Bakanlığının kontrolü altında olmayan bir kurum olacağı garanti. Bence işin en büyük noktası bu. Dışişleri Bakanlığı’nın kontrolü dışına bir kurum, eğer yanlışları varsa eksiklikleri varsa, bunları düzeltmek bizim elimizde olacak. İkincisi, bu fakülteler bu üniversiteler arasında işbirlikleri var. Mesela, o fakültenin şu anda eğitim bölümü Çanakkale Üniversitesiyle kardeş üniversite. Yine bu çerçevede Çanakkale Üniversitesinden şu anda iki tane hoca bekliyoruz o okula Erasmus Programı çerçevesinde. Hatta düşünülen noktalardan bir tanesi de, son altı ay veya bu dört yıl içerisinde 6 aylık programlar çerçevesinde, şimdi bunları söylemem biraz erken olacak ama öğrenci değiş tokuşu da olacak. Ben inanıyorum ki bu azınlık öğrencilerine, Türk öğrencilerine yönelik bir fakülte. Buradan çıkacak olanlar da sadece Türk öğrencileri ve bunlar da sadece Türk okullarında eğitim verecekler. Kesinlikle ders paketlerine baktığımızda şöyle bir şey var: Yunanca bölümü hepsi için ortak olacak. Ama Türkçe bölümü mecburi ders paketi olarak bu öğrencilerin önüne gelecek. Yaklaşık bu da derslerin %40’ı olacak.
OZAN AHMETOĞLU:
Şu anda ama öyle değil.
ÇETİN MANDACI:
Hayır şu anda değil ama hocalar gelmeye başladıkça bu oluşacak. Bunun bir üniversite olduğunu unutmayalım yani. Hatta şunu söyleyeceğim, şu anda Yunanistan’daki üniversitelere baktığımızda birçoğu görev almış değil henüz, grevler dolayısıyla…
OZAN AHMETOĞLU:
Azınlıktan burada öğretim üyesi olacak mı? İkincisi de azınlık üyesi bir öğretim üyesi o fakültenin yönetiminde söz sahibi olacak mı?
ÇETİN MANDACI:
Bence eğer azınlıktan bir kişi o yönetimde yer alırsa, ilk aşamada orada bir sorun var demektir. Burası bir üniversite bir fakülte. Fakültelerin otonom bir çalışma düzeni var. Ama şu noktaya değineceğim. Amacımız o ki, ki üniversitenin de amacı o, günün birinde 5 yıl sonra 6 yıl sonra azınlık öğrencilerinin o okulda ders yapması. Ama hangi öğrenciler? Belirli bir doktorasını mastırını yapmış öğrenciler. Bu öğrencileri yetiştirdiğimiz zaman ben inanıyorum ki onlar orada ders yapabilecekler.
AHMET DAVUT:
Bir Yunan basınında çıkan bir haberde, Dışişleri Bakanlığı dışında olacak dediniz siz ama orada o fakültenin başkanı yani dedi ki gazetecilerin sorduğu bir soru üzerine kendi kendisine bu kadar öğretim görevlisi çok, bu kadar az öğrenciye. Bunun geliri nereden olacak falan dendiğinde de, muallâkta bıraktı cevabını ve bunun yerini sormayın dedi. Öyle bir cevabı vardı yani, basında çıkan haber böyle.
ÇETİN MANDACI:
Demek ki bildiği bir şey varmış Ahmet.
AHMET DAVUT:
Nerden bunun geliri o zaman? Dışişleri’ne bağlı değil, nereye bağlı o zaman?
ÇETİN MANDACI:
Aramaya çalışıyorlar herhalde. Başka soru arkadaşlar?
BENCE YUNANİSTAN TARİHİ BİR YANLIŞ YAPIYOR, ÇOK BÜYÜK BİR YANLIŞ. ZAMANI GELDİĞİNNDE BU YANLIŞ KARŞISINA ÇIKAR!
RAMADAN MOLLA:
Ben bir soru sormak istiyorum. Gündemde olmayan fakat çok önemli bir konuya değinmek istiyorum. Şu çift dilli anaokulları meselesi. Gerek şahsınız tarafından gerekse de sn. Hacıosman tarafından son zamanlarda bu konu tamamen kapatıldı. Yani en azından bir basın açıklaması bir soru önergesi görmedik. Gerçekten azınlık bu konuyu kapattı mı? Yani kabul etti mi anaokullarının tek dilli olmasını? Bu yönde hiçbir talebiniz olmayacak mı? Bu dosya sizin tarafınızdan azınlık kurumları tarafından yeniden açılmayacak mı, Atina’ya taşınmayacak mı? Bu hakikaten önemli bir mesele ve gündem dışında kaldı. Bu konuyla ilgili neler demek istersiniz?
ÇETİN MANDACI:
Bak, azınlığın çift dilli anaokulları her zaman için gündeminde olan bir talebi. Biz her gittiğimizde bunu dile getiriyoruz. Ama benim görebildiğim şu anda ufacık bir meseleye çözüm veremeyen bir hükümet nasıl olur da bu anaokulları meselesine çözüm getirir? O yüzden biraz bunu ikinci plana bıraktık açık söyleyeyim yani. Bakanlığa gittiğimizde bazen şunu diyorum bırakalım diyorum müftülük meselesini, bırakalım öbür meseleleri, en azından gelin Allah rızası için bir minarenin yüksekliğine bir karar verelim. Yani düşün ki nereye düştük? Maalesef henüz daha bu ülkede bir minarenin boyu
Bakın size şunu söyleyeceğim. Şu anda insanımız büyük ekonomik sıkıntı içerisinde. İnşaat sektörü çökmüş durumda. Çiftçiye baktığınızda çiftçinin durumu hiç de hoş değil. Biz bu Yunan toplumu içine adapte olmamız lazım. Asimile değil entegre olmamız lazım. Maalesef bu entegrasyon sürecinin ben açıkçası yavaşladığını ve ters gittiğini görmekteyim. Bu toplumdaki birlik, beraberlik ve kardeşlik için hiç de hoş olmayan bir durum. Yıllarca bu topluma yapılan haksızlıklar. Yapılmış olan ekonomik ve toplumsal kısıtlamalar gün gelecek Yunanistan’ın karşısına çıkacak. Biz kahvelerde, evlerde devamlı konuşuyoruz. İnsanlarımızda büyük bir hayal kırıklığı var. Çok iyi düşünmeleri lazım bunları ben Bakanların bizzat kendilerine söyledim. Dedim bırakalım büyük meseleleri en azından günlük sorunları çözelim.
SİZE BİR ÖRNEK ANLATACAĞIM BU ÜLKEDEKİ SİYASİ ZİHNİYETİN NASIL ÇALIŞTIĞIYLA İLGİLİ
Bak size bir örnek anlatacağım bu ülkedeki siyasi zihniyetin nasıl çalıştığıyla ilgili. Bundan bir hafta önce, biliyorsunuz ki Genel Sekreterlik var Milli Eğitim ve Dinişleri Bakanlığında, ya dedim bu Dolaphan Camisi ne olacak? Dedi ki çözeceğiz. Dedim ki ne zaman çözeceksiniz? 2 yıl geçti, 3yıl geçti, 5 yıl geçti çözülmüyor bu. Yeni Demokrasi geldi çözemedi. PASOK geldi çözemedi, ne olacak bu iş? Neyse çağırdı beni 2-3 gün sonra gittim. Dolaphan Camisiyle ilgili olaraktan Bakanın imzalayacağı kâğıt hazır. Metin hazır, bakanın imza atması lazım. Dedim vallaha siz bunu çözeceksiniz ama bilin ki bütün puanları Bakoyanni toplayacak. Dedim bir an evvel çözmeniz lazım bunu. Uzun zaman kâğıt hazır olmasına rağmen, bakan imza atacak, bir türlü hayata geçirilmiyor bu. A dedi Bakoyanni kazanacaksa nasıl kazanacak dedi. Biz imzayı atacağız. Vallaha dedim Allah razı olsun kadın Dışişleri Bakanıyken o zaman ses çıkarmadı. Şimdi parti değiştirdi yeni kıyafete büründü, geldi Allah razı olsun en azından caminin avlusuna girdi dedim. Siz dedim bunu da yapamadınız. Dedi o zaman çözmeyelim. Dedim vallaha isterseniz daha 20 sene çözmeyin. Sorun yok bizim için. 5 sene geçmiş daha 5 sene bekleriz biz. Yani nereye geleceğim biliyor musunuz? Ufacık bir kâğıdın imzalanması siyasete araç oluyor. Zaten ondan bu hale gelmedik mi biz? Sen yeşilsin sen bendensin sen mavisin sen ondansın. Ondan bu hale geldik yine aynı zihniyetin devam ettiğini görüyoruz. Tabii bu kâğıt imzalanacak. Bir hafta sonra mı 10 gün sonra mı imzalanacak. Belki de imzalanmayacak. Gene belki Genel Sekreter duyacak bunları ve diyecek “sen dışarıda mı konuşuyorsun bunları? İmzalamayacağım”. Diyebilir de, ne isterse yapsın. O yüzden ufacık şeylere çözüm bulamamışsak ki şunu açıklayacağım arkadaşlar, mutlaka azınlık yeniden önümüzdeki dönemde, bu dönem olur veya olmaz, yeni bir siyasi yapılanmaya bürünmesi lazım. Ama bunu yaparken de bu isteğin tabandan gelmesi önemli. Kesinlikle böyle uzaktan emirle olmaz bu iş. Halkın bunu istemesi lazım. Bu iş olursa eğer, olacaksa önce bu işin başını biz Milletvekillerin çekmesi lazım. Önce bizim ilk adımı atmamız lazım. Bu işin başında yarın öbür gün oluruz veya olmayız. Eğer bu olacaksa illa ki biz olacağız diye olması şart değil. Talep halktan gelmesi lazım. Eğer azınlık bundan sonra var olmak istiyorsa, bu mücadelesini şerefli bir şekilde devam ettirmek istiyorsa, yavaş yavaş bu meseleleri ben açıyorum zaten, halk bunları tartışması lazım. Bence azınlığı bu çıkmaza getirenler, Yunanistan’ı bu hale getirenler çözüm olamazlar. Şu anda siyasete baktığımızda herhalde bir geçiş dönemindeyiz şu anda. Ben inanıyorum ki önümüzdeki 3 yıl 5 yıl içinde kimsenin inanamayacağı değişikliklere şahit olacağız. Bir kere bundan sonra siyasetin eski bildiğimiz anlamda olacağını düşünmüyorum. Hem Yunanistan için hem de azınlık için. Dolayısıyla değişen bu dünyada, bakan bahsettik Arap Baharından, ekonomik krizden şu anda önümüzdeki 3 ay içerisinde Yunanistan Avrupa Birliğinde bu Euro Zone’da kalacak mı kalmayacak mı bu mesele tartışılıyor. Belki 2 ay sonra olmayabiliriz. Böyle bir dönemde azınlık bu yeni faktörleri dikkate alması lazım. Her şey değişiyor. Bizim de değişmemiz lazım. Yeni şartlara ayak uydurmamız lazım. Bence akılcı olmak lazım. Çalışmak lazım. Her şeyin başında inanmak lazım. Ve sabırlı olmak lazım.
ŞUBAT AYINDA YENİ SİYASİ YAPILANMAYLA İLGİLİ CEVAPLARIMIZ OLACAK
CEMİL KABZA:
Bu yeni siyasi yapılanmayı deminden beri söyleyip duruyorsunuz. Biraz açar mısınız bunu? Yani ben pek anlayamıyorum. Nasıl bir siyasi yapılanma olacak bu? Partilerden aday olmayacak mı olacak mı? DEB Partisi varken yeni bir siyasi yapılanmaya ihtiyaç var mı? Neyi kastediyorsunuz bundan? Anlayamadım.
ÇETİN MANDACI:
Şimdi zaten o tartışılsın diye söylüyorum böyle.
CEMİL KABZA:
Kafamda birçok soru oluştu bunlara cevap bulamıyorum.
ÇETİN MANDACI:
Ben şu anda bunları söylersem böyle, demek ki bu benim düşüncemin bir ürünü. Bu benim sadece kişisel bir görüşüm. Bunu oturacağız konuşacağız. Sen soracaksın ben soracağım. Ben diyorum ki Şubat ayında bir araya geldiğimizde buna daha iyi cevaplarımızın olacağından emin olabilirsin.
OZAN AHMETOĞLU:
Azınlığın eğitim gibi vakıflar gibi çok acil ve önemli sorunları varken neden sürekli müftülük konusu üzerinde duruyorsunuz?
MÜFTÜLÜK KONUSU ERDOĞAN İLE PAPANDREU’NUN ANLAŞTIĞI BİR KONU
ÇETİN MANDACI:
Müftülük konusu 2010 yılında T.C. Başbakanı sn. Recep Tayip Erdoğan Atina’ya geldiğinde Papandreou’yla birlikte ikisinin üzerinde anlaştığı bir konu. O zamanın Başbakanının Sayın Erdoğan’a vermiş olduğu ilke itibarıyla anlaşmış oldukları bir konu olduğu için özellikle biz de onun üzerinde durduk. Bunun üzerinde durduğumuz için de diğer konuları bıraktığımız anlamına gelmiyor. Bak SÖPA kapandı, yerine bir oluşum oldu. Bunun eksikleri olacak yanlışları olacak bunları düzeltmek daha iyiye gitmesi için hep beraber uğraşacağız. Ama özellikle müftülük konusu Papandreou’nun, ben de şahidim, Erdoğan’a vermiş olduğu bir sözdür. Hatta ve hatta bence iki ülke arasında bir karşılaştırma yaptığımızda bir tarafta bakıyorsun Papandreou bir tarafta bakıyorsun Erdoğan. Türkiye ne yaptı? Türkiye vakıflar yasasını geçirdi mi? Geçirdi. Gayri Müslim azınlıkların resmi dairelere gittiklerinde kendilerine kolaylık sağlanması için Başbakanlık olarak bir genelge hazırladı mı? Hazırladı. Gayri Müslim azınlık basınına ekonomik yardım için bir karar çıkarttı mı? Çıkarttı. Başka ne yaptı? Yetimhanenin Patriğe verilmesi için Türkiye AİHM’nin kararnamesini onayladı mı? Onayladı. Başka ne yaptı? Türk vatandaşlığı olmayan din adamlarına Türk vatandaşlığını verdi mi? Verdi. Hatta şunu söyleyeceğim ben size bu Christmas tatilinde çıktı ülkenin Başbakanı gayri Müslim azınlıkların bu bayramını kutladı. Hıristiyanların, Ermenilerin kim varsa başka.
Gelelim bizim tarafa. Bizim bayramlarımız oldu. Kaç tane Başbakan gördünüz ki desin “Ben de Batı Trakya’daki Müslümanların bayramını kutluyorum”? Gördünüz mü hiç? Ben görmedim. Türkiye’de gazetecilere sembolik de olsa bir yardım yapılırken, burada aynı memlekette AB ülkesinde azınlık basınına orantısız bir ceza verildiğini görüyor musunuz? Biz ceza verilmesin demiyoruz. Ama bu ceza verilirken belirli bir ölçüler çerçevesinde, herkesin ödeyebileceği bir şekilde, orantılı bir şekilde verilmesi lazım. Ben tartışmıyorum doğru mu yanlış mı diye. Benim tartıştığım nokta orantılı bir ceza mı orantısız bir ceza mı.
İKİ BAŞBAKAN ARASINDAKİ FARK BU!
Vakıflar yasasına bakıyorsunuz. Orada ne oldu. Daha önce alınmış vakıfların karşılığı ne ise o verilecek. Bize bakıyorsunuz böyle bir şey var mı? Hangisi satılmışsa, satılmış. Ne diyor bak arkadaşım? Vakıf mallarına Kilise dikiliyor. Doğrudur.
Bir sürü mezarlığımız var. Bakıyorsunuz Hemetli camisi, dün geçtim hatta oradan, camiye baktım acıdım. Bir Osmanlı eserini biz koruyamazsak bile, Yunan devletinin bunu bir tarihi eser olarak koruması lazım. Bu bizim bölgemizin bir zenginliği.
Dolayısıyla iki Başbakan arasındaki fark bu. Biri dediğini yapıyor. Diğerine baktığında, Demircik’e gelip 3 tane söz verdi. Dedi ki “Ben İskeçe’deki hastaneye, buradaki azınlık üyelerinin namazını duasını yapmalarım kılmaları için 10 metrekarelik bir alan vereceğim”. Bugün konuştum hastanenin müdürüyle henüz daha odayı bulamadılar. Bilmiyorum ne olmuş odaya. İkincisi, dedi “Ben KEP’lere Türkçe bilenleri atayacağım. Yardımcı olacağım”. İnanın ki İçişleri Bakanlığının Genel Sekreterliğine en azından 10 defa gittim bu mesele için. Bugüne kadar maalesef ve maalesef birçok bölgede nüfusun %100’ü Türk olmasına rağmen, %50’si Türk olmasına rağmen KEP’lerde bir azınlık üyesi yok. Bence bu demokrasi ayıbı.
SAMİ KARABIYIKOĞLU:
Azınlık üyesi var, yeterince azınlık üyesi yok demek istediniz herhalde. Karıştırmayalım yani, hiç yok da demeyelim.
ÇETİN MANDACI:
Hayır. Mesela ova bölgesine baktığında 5 tane Yunanlı var 1 Türk yok. Demek ki yok. Bir tane de olsa yok. Oraya buraya konamaz mı yani. Ama Başbakan bu sözleri vermesine rağmen bu sözler olmadı. Bunları veren bir bakan değil.
OZAN AHMETOĞLU:
Peki neden sayın vekilim, neden? Başbakan bu ülkenin en önemli insanı. Bu ülkenin bir numaralı yöneticisi. Üstelik Demircik’e geldi, hatta hepimiz merak ettik neden Demircik diye.
ABDÜLHALİM DEDE:
Benim köyüm olduğu için
OZAN AHMETOĞLU:
Ha o da aklımıza gelmedi değil… (Gülüşmeler) O köyde mesela PASOK üyesi gençlik örgütüne üye olan insanlar var, acaba dedik ondan mı? Yok ondan sonra dedik herhalde İskeçe’nin en uzak köyü olduğu için. Bir kış günü çıktık oraya kendisi de helikopterle gelecekti. Bizi arabayla gönderiyor kendisi helikopterle geliyor ama gelemedi. Geldi orada kahvede oturdu. Ben oradaydım. Bir soru sordum. Yani bir saatten fazla köy kahvesinde oturdu. Demirciklilerin hazırladığı çöreklerden böreklerden yedi. Afiyet olsun helal olsun. Bir sürü sözler verdi. Bu adam bu ülkenin Başbakanı. Partinizin Başkanı. Hatta sizin söylediğinize göre Türkiye Başbakanına söz de vermiş. Peki bunlar neden tutamıyor bu sözleri?
ÇETİN MANDACI:
Papandreou’yu hakikaten yakından tanıyan bir insanım. Çok kez beraber görüştük. İyi niyetine ve samimiyetine inanan biriyim.
OZAN AHMETOĞLU:
Hâlâ inanıyor musunuz?
ÇETİN MANDACI: Ben hala inanıyorum. İnan ki hala inanıyorum. Ama PASOK partisinin yapısına bakmak lazım. Bu partinin ne kadar homojen olup olmadığına bakmak lazım. İkincisi, siyasi riski her zaman göz önünde bulunduran bakanlara bakmak lazım. Bir de Yunanistan’da uygulanan ekonomik politikaya bakın. Eğer alınan birçok karar zamanında uygulanmış olsaydı, herhalde ekonomik anlamda bu çıkmaza gelmezdik bugün. Birçok karar alındı bu kararlar zamanında yerinde uygulanmadı.
Aynı şekilde azınlık içinde kendisinin emrettiği birçok kararın uygulanmadığını görüyorum. Gelen birçok konu şu anda bu bürokrasinin çarklarında. Ama ben her şeye rağmen, samimi söylüyorum şunu, yarın Papandreou bu partinin başında olur veya olmaz, ben onun ne sözcüsüyüm ne de avukatıyım, ama çok kez bu konuları tartıştığımız için ben açıkçası kendisinin samimiyetine inanıyorum.
Muhtemelen partinin başında kendisi olmayacak. Ama kişilerin yanlışları da olsa her şeye rağmen bazı doğruları söylemek lazım. Benim gördüğüm, belki yanlıştır, zaman beni yanlış çıkaracak, ama görebildiğim ben açıkçası samimiyetine inanıyorum. Ama istediği şekilde yönetemedi. Vermiş olduğu emirler maalesef uygulanmadı.
YUNANİSTAN’DA AZINLIKLA İLGİLİ DERİN DEVLET VAR
OZAN AHMETOĞLU:
Başbakanın azınlıkla ilgili verdiği emirler uygulanmıyorsa, sizin 4 buçuk yıllık Milletvekillik tecrübenize dayanarak Batı Trakya’da azınlıkla ilgili bir derin devlet mi var?
ÇETİN MANDACI:
Aslında azınlıkla ilgili derin devlet olmaz diyen bir insan çıkarsa yanlış yapar. Var. Yani bunu sormaya bile gerek yok. Bu derin devlet var. Hepimizin bilmiş olduğu Dışişleri Bakanlığının Siyasi Bürosu var. Azınlıkla ilgili bir karar alınacaksa eğer oranın okeyi olmazsa olmuyor. Biz bunları günlük yaşıyoruz.
İkincisi, kilise faktörü var. Yani kilise faktörünü unutmayın. Eğer bazı konularda kilisenin onayı alınmazsa maalesef yapılmıyor. Bunlar hepimizin yakından bildiği gerçekler. Ben bunlara bu 4 buçuk yıllık Milletvekilliğim dönemimde çok kez şahit oldum tanık oldum.
AHMET DAVUT:
Az önce dediniz ki iki Başbakan arasında müftülük sorunun çözülmesi gerektiğinin konuşulduğunu söylediniz. Fakat Başbakan şu anda görevden istifa etti. Yerine bir başkası geldi. Sn. Ahmet Hacıosman’ın da bir sözü var diyor ki “Başbakan bana söz verdi, Başbakanlığı süresince yapamadıklarını bundan sonra yapacak”. Siz de hemen hemen kendisine güvendiğinizi söylediniz. Sizin böyle beklentileriniz var mı? Bir yanda ulusal birlik hükümeti var, eski Başbakanın, yani Papandreou’nun bu sorumların çözümüne bir katkısı olabilir mi?
PAPANDREU, ALLAH’IN İZNİYLE SİZİN BİR İKİ SORUNUNUZ ÇÖZECEĞİZ, DEDİ
ÇETİN MANDACI: Şimdi şunu soracağım ben. Hatırlarsanız yeni işbirliği hükümeti kurulduğunda ve güven oylaması verildiğinde. Ben o zaman için hükümete güvenoyu vermemiştim. Hatta bu oylama esnasında o gün parti başkanı arkamdaydı. ‘Hayır’ dedim ve döndüm arkamda oydu döndüm ve dedim ‘Sayın Başkan kusura bakma ben faşistlere oy atamam’. ‘Anlıyorum durumunu’ dedi. Ve arkasında 2-3 tane bakan vardı ve dedi ki ‘Bakın bizim azınlığa bir sözümüz var. Müftülük vakıflar meselesi için bu sözümüzü tutmamız lazım’. O akşam ‘hayır’ oyu kullandıktan sonra kendisinin kullanmış olduğu kelimeler bunlar.
Ondan bir hafta önce gene bürosundaydık. Yine bana söyledi. Bu söylenen kelimelerin hepsi bana söylenen kelimeler. ‘Allahın izniyle sizin bir iki meselenizi çözeceğiz’ dedi. Tabii şu anda artık Başbakan değil. Ama iki siyasi parti, Yeni Demokrasi partisi de bu işin içinde, bir araya gelirlerse, ki bence Samaras’ın da öncelikle onun çok büyük özür dilemesi lazım azınlıktan. Onun geçmişini gayet iyi biliyoruz. Önce o dilemesi lazım. Öbürleri bir defa dilerse Samaras’ın iki defa dilemesi lazım.
İlla ki çıkıp bizden resmi olarak özür dilemeleri gerekmiyor. Gelsinler var olan iki tane sorunumuz üzerinde iki tane büyük parti sağlasınlar bir konsesyum biz de bunu kabul edelim biz de bunu alkışlayalım. Ondan sonra da siyasi yaşantımıza devam edelim.
Uğraşmayalım bu eğitim meselesi, vakıflar meselesi zart zurt. Ne yapalım? İşimize gücümüze bakalım. Bence en büyük özür odur.
NECAT AHMET:
Birincisi 4 buçuk yıl milletvekilliğiniz döneminde gerek siz gerek Hacıosman bugüne kadar ana problemler üzerinde yaptığınız baskılar sunduğunuz soru önergeleriyle bir başarı elde ettiğinize inanıyor musunuz? Minarelerden konuşmuyorum, primlerden konuşmuyorum ana ve genel problemlerden konuşuyorum. Eğer cevabınız ‘hayır’ ise bundan sonra gelecek olan koalisyon hükümetlerinde başarıya ulaşma ihtimaliniz var mı inancınız var mı?
İkinci sorum da, Gümülcine Türk Gençler Birliğine küçük de olsa haksız da olsa küçük bir tabela konuldu. GT Gençler Birliği diye hem Yunancası hem Türkçesi. Burada AB’den haklı olarak davayı kazanmış olmasına rağmen İskeçe Türk Birliği’nin tabelasını koyacak bir babayiğit çıkacak mı?
BAŞKAN DAVET ETSİN, HEP BERABER İTB’NİN TABELASINI ASMAYA HAZIRIM
ÇETİN MANDACI:
Çok başarılı olduk demek de yanlış, hiç başarılı olmadık demek de yanlış. Biraz önce anlattım. Dolayısıyla orta halde gidiyoruz. İkincisi bir babayiğit çıkar mı çıkmaz mı, vallaha önce şunu söyleyeceğim ben önce: şu anda bir hukuk sürecindeyiz. Dava Ekim ayında yine Yargıtay’da görüşüldü. Raportörün vermiş olduğu rapor olumsuzdu. Ama bence genel kurul olumlu rapor vermeyecek de diyemeyiz gibi geliyor bana. Yani biraz beklemek lazım. Çünkü haklı olduğumuz bir yerde boşu boşuna sorun veya patırtı çıkarmanın bir anlamı yok. Ama şunu söyleyeceğim eğer yine genel kurul olumsuz cevap verirse, vallaha Başkan orada Başkan davet etsin gidip hep beraber başkanla beraber ben asmaya hazırım tabelayı.
CEMİL KABZA:
Bir soru sormuştunuz. Yunanistan neden AİHM’nin vermiş olduğu kararları uygulamıyor? Bu soruya cevap aldınız mı?
BAKANLIKLARDAN GELEN CEVAPLARI FACEBOOK’TA PAYLAŞACAĞIM
ÇETİN MANDACI:
Bu konuda cevap aldık. Önümüzdeki günlerde sizlerle paylaşacağız bunu. Cevapta meselenin hukuk meselesi olduğunu hukuka güvendiklerini hukukun doğru karar alacağından bahsediyorlar. Yanlış hatırlamazsam diyorlar ki biz zaten ülke olarak azınlıklara saygılıyız, bakın diyorlar Rom derneklerinin kurulmasına izin veriyoruz, Pomak derneklerinin kurulmalarına izin veriyoruz. Ama ne hikmetse böyle isminde Türk kelimesi olan derneklerin kurulmasına izin vermiyorlar. Ama 2-3 gün sonra Facebook’ta paylaşacağız bu soruların cevaplarını. Basına da göndereceğiz.
CENGİZ ÖMER:
Okuyucularımızdan gelen an azından bir tepki “Sürekli milletvekillerinin soru önergelerini görüyoruz, cevapları bir türlü göremiyoruz ne zaman göreceğiz?” diye bir talep var. Bence bunu dikkate almanızda yarar var ya da dikkate almayı düşünür müsünüz?
ÇETİN MANDACI:
Allah’ın izniyle bundan böyle ne cevap gelmişse her hafta bir cevap paylaşacağız sizinle. Sorular bitti şimdi cevap kısmına başlıyoruz. Gelen bu cevapları hep beraber göreceğiz Allahın izniyle.
RAMADAN MOLLA:
Son sorumu sormak istiyorum. Şu anda Çınar FM’den ve Radio City’den birçok dinleyici sizin toplantınızı canlı olarak dinliyor. Yeni bir yıla girdik ve yeni bir yıla da kötü bir tabloyla girdik. Ara konularımız tabiî ki çok önemli ama bir de boğaz da çok önemli. 2012 yılı içerisinde halkımızın tedbir alması açısından, 2012 yılının tahmini anlamında nasıl değerlendirirsiniz ekonomik açıdan ve kriz açısından? Ve halkımıza önde gelen biri olarak neyi önerirsiniz? Tabir yerindeyse artık ayaklarımızı yorganımızın uzunluğuna göre mi uzatmalıyız? Neler söyleyebilirsiniz? Çünkü ciddi bir konu. Ve bütün köylerde vatandaşlar da karamsar bir tablo çiziyorlar.
ÇETİN MANDACI:
2012 yılında ekonomik kriz giderek büyücek. Hatta ilk üç ayında iki ayında dört ayında, ülkenin Euro’da kalıp kalmayacağı söz konusu, şu anda tartışılan bir konu.
SAMİ KARABIYIKOĞLU:
Peki sizin fikriniz ne, kalacak mı kalmayacak mı?
ÇETİN MANDACI:
Benim görüşüm kalacak. Çünkü eğer Euro da kalmazsak, bu gün ki günlerimizi ve olası daha kötü günlerimizi arayacağız. Drahmiye döndüğümüz andan itibaren, bunu Allah göstermesin. Dolayısıyla, hükümetlerin bu yönde karar alması lazım. Önlemler, paketler alması lazım. Nasıl bir yıl olacak? Milletin iş bulamadığı, iş bulduğunda az para kazandığı, ürünü sattığında, ürünü ucuz satan hatta sattığında bir çok kişi parasını dahi alamayacak, bunları görüyorsunuz. Büyük şirketlerin batma ihtimali yüksek olan bir yıl olacak. Fakirlik yüzdesinin her geçen gün artacağını düşünüyorum. Kim iş bulursa az paraya çalışacak çok vergi ödeyecek ve cebine pek fazla para kalmayacak. Dolayısıyla, yorganımızı ayağımıza göre uzatalım demiş olsak bile, Vallahi bu yorgan nereye yeter dize bile yetmez yani böyle. Yani çok zor bir yıl olacak, herkesin elinden geldiği kadar az para, parasını dikkatli kullanması lazım, ne kadar parası varsa. Bence burada özellikle yine kurumlarımızın üzerine düşen bir nokta. İnanın ki evsiz barksız bir parça ekmeğe muhtaç insanlarımızın sayısı çok artacak. Dolayısıyla, ilgili kurumların bu yönde bir çalışma başlatması lazım, inanın ki bir parça ekmeğe muhtaç insanlarımız olacak ve bunlar bir tane iki tane olmayacak, çok fazla olacak. Çok zor bir yıl bekliyor. Buna hazırlıklı olmamız lazım. Eğer bir kişi 2012 yılını hatta 2013 yılını, daha iyi gideceğini düşünüyorsa, bence yanlış yapıyor ama bu kötü gidişata rağmen ileriye dönüp sağlam temellerin atılacağını düşünüyorum. Eğer bu temeller atılırsa önümüzdeki yıllarda gelecek kuşak sıkıntı yaşamaz. Yaşam tarzımız hiç bir zaman eskisi gibi olmayacak. Bunu herkesin kabullenmesi lazım. Önemli olan hükümetlerin hangi hükümet olacaksa iktidarın başında, mutlaka yatırımlara önem vermesi lazım. Eğer gerekli yatırımları yapmazlarsa, işte sen Türksün Türkiye’den geldin, düşünelim taşınalım seni bekletelim şeklinde hareket ederlerse, inanın ki bence işimiz o kadar daha zor olacak. Ama benim bir tavsiyem var oda şu: Ben olsam ne yapardım? Ben olsam şunu yapardım, bir kere Türkiye’ye karşı vizeyi kaldırma yollarını arardım. Olur veya olmaz, en azından 24 saatliğine 48 saatliğine, bu işi yapmaya çalışırdım. İkincisi, dini turizm çerçevesinde var olan Osmanlı eserleri hangisi camileri ne varsa onları hepsini turizm firmalarına pazarlardım. Neden? Turizm Yunanistan’ı kurtaracak olan sektörlerden bir tanesi. Yani Türkiye’deki, Türkleri çekecek ne gerekirse hepsini yapardım. Çünkü hemen yaklaşık İpsala’dan İstanbul’a mesafe 2 saatlik mesafe var ve bu süreçte, bu mesafede muhtemelen 25 milyonluk bir toplum var ve Türkiye’de artık orta kesim bir gerçek, bizde ise orta kesim yok olmak üzere. Sadece bu ikisi yapılmış olsam, yapılmış olsa, eğer benim imkanım olmuş olsa bunları yapmış olsam, inanın ki özellikle Batı Trakya’nın hatta Kuzey Yunanistan’ın kalkınması için çok çok büyük bir araç olurdu. Düşünün ki dün dördüncü büyük elçiler toplantı çerçevesinde Edirne’de idik. Trakya Üniversite rektörü çıktı dedi ki “benim 35.000 tane öğrencim var, 2.000 tane 5.000 tane çalışanım var” dedi, yani ne yapar bu 40.000 kişi. Bu öğrencilerin ufacık bir kısmı Dedeağaç bölgesine kahve içmeye gelseler, o bölgedeki ekonomi kalkınır. Bir sürü cami var Osmanlı döneminden kalma eserler var, paran varsa yap, paran yoksa böyle onu Avrupa projelerine ekle, yoksa belediyeler, Türkiye’deki belediyelerle kardeş belediyeler olsunlar karşılıklı onlar ona gitsinler öyle mi? Veya biz yapalım. Hatta diyorum ki bize sadece cami izni versinler, serbest bıraksınlar, minare izinlerini serbest bıraksınlar, bölge ekonomisine katkısı büyük olur. Dolayısıyla ilk nokta turizm, ikincisi de, ben açıkçası çiftçiliğe inanan biriyim, çiftçi bir ailenin çocuğuyum. Bakın size şunu söyleyeceğim artık işte tütün mütün bence bunlar bitti yanı, kimse kimseyi aldatmasın, tütünün maalesef geleceği yok, geleceği olan bir ürün değil, özellikle önümüzdeki yıllarda Avrupa’da yasaklanacak olan bir ürün. Yani Avrupa’daki gerçekleri görmek zorundayız. Ama bunun yerine yapılabilecek çok daha fazla iş var. Turizm, inanın ki bölgemiz turizme açık. Çiftçilikte yine böyle güneş enerjimiz var jeotermik alanlarımız var. Gelin Kaplıcalardan gelin Sıracılığa kadar yapabileceğimiz çok şey var. İşte devlet bize prim vermesin ama bizleri teşvik etsin, kolaylık sağlasın, hukuki çerçeve ne ise bunu basitleştirsin, 20-40 dönüm sera yapsın, kredi sağlasın. Eğer sağlayamazsa sağlayacak yerler de çıkar.
Serbest Ticaret Bölgeleri, Kuzey Yunanistan’ın hatta Yunanistan’ın kalkınmasına öncülük yapacak alanlar diye düşünüyorum. Tabi yeter ki yöneten kişiler bu işin bilincinde olsunlar. Eğer geçmişi kenara bırakırlarsa, mantıklı hareket ederlerse, hakikaten Yunanistan’ı kurtarmak istiyorlarsa bunları yapmaları şart.
Ama size bir örnek vereceğim. Burada bir Türk-Yunan ortaklaşa firma var. Adamlar Milli Savunma Bakanlığı’ndan özel izni almak için 9 ay beklediler. Özel izin almak için 9 ay bekleyen bir yatırımcı gelip parasını buraya koyar mı? İstese bile gelmez paranın ne dini var ne imanı var. Dolayısıyla ortamın sağlanması lazım. İnşallah bundan sonra yeni Başbakan bu yönde çalışma gösterir, bu güzel ortam sağlanır, yatırımcı gelir hiç nereden geldiği önemli değil bence hiçbir yetkilinin korkmaması lazım.
SAMİ KARABIYIKOĞLU:
Belki siyasetçi olmanın zor olduğu bir dönemdeyiz. Bu aday olan veya olacak herkes için geçerli. Siz ayriyeten iki büyük partiden bir tanesinin üyesisiniz. Ama son dönemde belki de partinizin başarısızlığı yüzünden aşırı milliyetçi bir partiyi iktidara taşıdınız. Azınlık seçmeninden nasıl oy isteyeceksiniz? Sadece bildiğiniz söylediğiniz zor bir dönemde, bildiğiniz söylediğiniz klasik eğitim müftülük sorunu yeterli olacak mı? Bu konularda herhangi bir gelişme azınlık seçmeninden oy istemede yeterli olacak mı?
ÇETİN MANDACI:
Bence PASOK için Papandreou için aşırı sağcı bir partinin oraya girmesi yanlıştı. Bu aslında Yunanistan içinde bir dönüm noktası. Bu partinin elini güçlendirecek bunların akrabalarını güçlendirecek bence bir yanlıştı. O yüzden de çıktım ekonomik paket dışında böyle bir birleşme olduğu için ‘hayır’ oyunu kullandım. Bu hükümete bu aşırı sağcılar olduğu için güvenoyu vermedim. Bence bu parti devam ettiği sürece LAOS’la işbirliği yapmış olmanın sakınca teşkil ettiğini düşünüyorum.
Teşekkür ederim arkadaşlar. İnşallah 2012 yılı her türlü sıkıntıya rağmen umutların devam etmesi gereken bir yıl olduğunu düşünüyorum.
Yazı işleri
azınlıkça online
birlikgazetesi