Ana Sayfa Batı Trakya Haberler ATİNA’DAKİ KONFERANSTAN KONUŞMALAR VE FOTOĞRAFLAR

ATİNA’DAKİ KONFERANSTAN KONUŞMALAR VE FOTOĞRAFLAR

27
0

HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, terör örgütü PKK’nın elebaşı Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının 17’nci yıldönümü nedeniyle Atina’da Gazeteciler Derneği tarafından düzenlenen konferansta PYD Eş Başkanı Salih Müslim ile birlikte katılmış ve konuşmalar yapılmıştı. İşte o kunuşmaların tamamı ve fotoğrafları.

Konferansın ilk oturumunda ilk konuşmayı terör örgütü PKK’nın elebaşı Abdullah Öcalan’ın Yunanistan’daki dava avukatlarından Yannis Ratchidos yaptı.

Yannis Ratchidos‘un konuşması.

“Bu dava üç ülkeyi koordine eden, Öcalan’ın teslim edilmesini sağlayan dava olacak. 2008 yılında açılan bir davadır. Öcalan şu anda tamamen tecrit altında tutuluyor. Hiç kimse ile irtibatı yoktur, kendisi avukatlarıyla da görüşmemektedir. Bu tecrit adalet ve hukuka karşıdır. Onun avukatlarının bazıları da tutuklandı. Onlar da terör örgütüne üye olmaktan suçlandırlar. Bu dava esasında Yunanistan hukuk çerçevesinde görülen bir ilktir.

Yunanistan ve AB’ne yasadışı giriş yapması ile ilglii dava açıldı. Esasında Yunanistan hükümeti kanunlara riaet etmeden, Öcalan’ı Dublin anlaşmasınına rağmen maalesef gizli bir şekilde Türkiye’ye teslim etti. Bu kişinin ilk girdiği yer, Yunanistan’dı. Onun iltica talebine cevap vermek zorundaydık. Bu hukuksal sürecin yasa dışı işlediğini görüyoruz. İltica talebinde bulunan bir kişiye Cenevre sözleşmesine göre, ona ceza verme veya vermeme hakkı vardı. Biz vermedik. Türkiye’de hayati bir tehlike yaşıyordu. Öcalan sürecinde Yunanistan hükümeti uluslararası yasalara riaeyet etmedi.

Ama şu anda tecritle büyük bir işkence görmektedir. Düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü sınırlandırıldığı için bu şekilde yaşaması kanuni değil. Bu AİHM’e götürüldü, dava görülür ve kazanım da olursa elde edilecek tazminat insan hakları kuruluşlarına verilecek.

O sürecin tanıklarından tanıklılkarını bize yazılı vermesini istedik. Ve verilen tanıklıklarda Yunanistan hükümetinden kimlerle işbirliği yaptığı, kimlerle konuştuklarını konusunda bilgi edindikten sonra olayın farklı bir boyutu açığa çıkıyor.

Songül Karabut‘un konuşması.

“Bu komplo planlı ve bir amaç doğrultusunda gerçekleşmiştir. Bir yüzyıl daha Kürt sorununun çözümsüzlüğü üzerine kurulmuştur. İçinden geçtiğimiz son yıllarda da yaşanan gelişmelerden sayın Öcalan’ın Ortadoğu’dan çıkarılması ile Ortadoğu’ya yeni bir şekil verilmesi arasındaki bağın bariz olduğu anlaşılıyor. Dünyayı yeniden kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeyi planlayan güçler, komplo ile kanlı savaşın temelini atmayı hedeflemiştir. Ancak başkan Apo kürt siyasi hareketini öngörüsü ile korumuştur.

Komplonun sonucu olan bir yıkım ile bütün kesimlerin yıkılacağı boyutunu açığa çıkarmıştır. Öcalan’ın komploya karşı asıl mücadelesi ise ideolojik ve felsefik olmuştur. Komploya karşı bir direniş demokratik modernite paradigmasım açığa çıktı. Tüm ideolojik ve felsefi önerisi, yeni politik kuramsal önerisi ile Kürt hareketini adeta baştan yarattı. Yapılan çözümlemeler ile komplo çözülmüş, bu da üçüncü doğuş olarak Öcalan tarafından adlandırılmıştır.

Mihalis Haralambidis’in konuşması.

“Bir milletvekili HDP’li konuşuyordu, ben dinledim, bu bölgenin tek bir sorunu var. Türk problemi, Türk patolojisinin problemi var. Türk oluşumunun problemi var. Yunanistan tekrar kendi bilimsel seviyesini ve inancını kazanırsa, tekrar o zaman bir lider ülke olarak uluslararası forumlarda ve Avrupa’da gündeme getirecek. Bu bölgenin bir problemi var. eğer bir devlet vahşi bir devlet, tehlikedeyse, Türkiye devletinin bilimsel olarak bir canavar olduğu kabul edilmiş. Ne yapar, bir soykırım yapar, Kürdisitan demiyorum, Kurdiya’da tekrar bir samimiyet ve ateş, alevler içinde bir süreç var. Rino’nun Mustafa’sından daha iyi. Hitler ve M. Kemal’i eşleştiriyorum. Ölüm makinası Kurdiya’da tekrar harekete geçmiştir. Bu makine Mezopotamya ve Küçük Asya’nın son otokton halklarına karşı yürütülen en son ölüm makinası neydi fırındı. Şimdi bodrumlar var, bodrumlarda öldürülüyor, insanlar. Bir Avrupa’nın ve uluslararası organasyonun gösterdiği tepkiler hiç yeterli değil. İnsan hakları artık çiğnenmektedir.

Bu insanlar, kadınlarla savaşan güçsüz, kuvvetsiz kişiler. Aynı zamanda çocukları öldüren kişilerdir. Çünkü soykırımlar, küçük asyadaki soykırımlar her zaman çocukları ve kadınları hedef almıştır. Ne oldu o kara 1999’da. Ne oldu devlet devletten çıktı. O zaman bütün Atina siyah bulutlara dönüştü. Bu öyle bir siyasetti ki, bendim, 1997 yılında ben söyledim, eğer biz 1997’de bir üniversiteye davet etmiş olsaydık, ondan sonra Roma’ya gitmiş olsaydı Stockholm’e gitmiş olsaydı, o kriz döneminde bir rutin dönemi olacaktı. Suriye’den gayet rahat bir çıkış yapacaktı.

Politika son söz değil, ön görme sanatıdır. Bugün evvelki dönemlere nazaran çok şey başarabiliriz. Uluslararası alanda Kürt halkı ile ilgili daha büyük devrim yaratabiliriz. O zaman Neslon Mandela için yaptığımız mücadeleden daha büyük bir mücadele olmalı.”

İngiliz Hukukçu Margareth Owen‘in konuşması.

“DAİŞ’e karşı değil, Kürtlere, PKK’ye karşı kullanıyor. Evet  AB her tarafa karşı bir felaket boyutunda bir vahşet sergiliyor. AB de onlarla beraber, bunu başardı. Bu kaçırılma olayı, ve mahkeme olayı ve öz yönetim çok önemli. Şimdi ben de şahsen artık çok şey biliyorum, detayları biliyorum, kaçırılma ile ilgili çok şey dinledim. Bu kadar ülke, menfaatleri olan ülkeler, ticari menfaatleri olan ülkeler maalesef bu konuya suskun kaldılar. Bu yanlıştı. AİHM 2005 yılında bu olayı Anayasanın 9’uncu maddesini ihlal etmemesi yönünde karar vermesi yanlıştı. Yasadışı bir tutuklama idi. Herkesin yasalara uylması lazım, bu kanunların herkes için uygulanması lazım. İnsan haklarının da ihlali çok barizdir. Güney Afrika ile ilgili, ki bu esasında Güney Afrika’da yaşananlar Öcalan konusunda mukayese edilebilir, ilişkilendirilebilir. Eğer Strasbourg’daki insan hakları mahkemesi bu kaçırılma olayının hukuki bir bazı olmadığı yönünde bir karar alsaydı o zaman bütün herşey hukuksuz olarak nitelendirilecekti ve uluslararası boyuta taşınacaktır. Ben böyle bir soruyu yönelttim, idam cezası olmadığı için onun bir şekilde yanlış olmadığını söylediler.

Abdullah Öcalan’ın avukatı Ebru Günay‘ın konuşması.

“Bu konferansın komplonun aydınlığa kavuşmamış yönlerinin açığa çıkmasına vesile olur. Ortadoğu’nun yeraltı ve yer üstü zenginliklerini ele geçirmek isteyen ABD ve İngiltere bu politikayı kabul etmeyenleri tasfiye etmeyi hep yaptı. Ortadoğu’yu dizayn etmeye çalışan güçler tasfiye sürece 9 Ekim’den önce başladı.

Bill Clinton, 1994’te, 20 yıldan aradan sonra ziyaret eden ilk ABD başkanı oldu. Daha sonra stratejik anlaşmalar yapıldı…

17 yıldır tecrit edilen Kürt hallkı ve onun özgürlük umududur. 17 yıllık İmralı sürecinde Avrupa’da yaşanan hukuksuzluk da sürdü. Türkiye 17 yıldır İmralı’da kendi imzaladığı yasal güvenceleri dahi uygulamadı. Aile görüşü, telefon kısıtlaması, gazete kısıtlaması hep uygulandı. Bu sayın Öcalan’ın en temel haklarının dahi pazarlık konusu edilemis anlamına geldi. Sayın Öcalan Türkiye yasalarında tutulan bir mahpus değil, bir esirdir.

İmralı’da düşman hukukunun işlendiği bir alana dönüştü. Hala da bu özelliği devam ediyor. Tecrit savaşın ağırlaşması anlamında. Ada tecriti, Kürdistan’da sokağa çıkma yasakları, sivil katliamları ile kendisini gösterdi. Yıllardır devam eden savaş ve tecrit diyalektiğine bir kez daha dünya kamuoyu tanıklık ediyor.

İmralı sisteminin lağvedilmesi gerekiyor. Sayın Öcalan’ın barış arayışları yıllardır devam ediyor. Kaleme aldığı ateşkes, çatışmasızlık metinleri, Oslo sürecinde hazırladığı yol haritası. Tüm bu çabalara rağmen sayın Öcalan tecrit koşullarında. Sayın Öcalan, komplo sürecini değerlendirirken, dost Yunan halkı ve devleti sürekli bir birinden ayırdı. Her defasında da dost Yunan halkına selamlarını iletti. Şu anda tecrit koşulları olduğu için mesajını iletme şansı olmadı.”

Manolis Glezos‘un konuşması.

“Toplantıda üç noktanın altını çizdiler, 1 sömürgeler artık olmayacak, 2 bütün otokton halklar, işgal altındaki devletler özgürlüklerine kavuşacaklar. 3’üncüsü de bütün dünyada insan hakları hakim olacak. Bu üç konudan hangisi başarılı oldu, hayata geçirildi. Sömürgeler hemen iptal edilmedi, mesela Hindistan yıllar sonra özgürlüğüne kavuştu, aynı zamanda Güney Afrika’da da aynı durum. Diğer sömürgeler maalesef sömürge olmaktan çıktı, ama bir şekilde bağımlılık konumuna getirildi. Evet devletler eski sömürge olan devletler özgürlüğüne sözde kavuştu, fakat borçları ile parasal yardımla bir bağımlılık sürecine girdiler. Aynı sonuca varırız. Bu halklar ki kendileri bir şekilde özgürlüklerine kavuşacaklardı, maalesef kavuşmadılar. Mesela Filistin, mesela Basklar, İrlanda, Katalanlar ve Kürtler. Şimdi neden Kürtler diye sorabilirler, çünkü Kürtler resmi metinlerde söz edildiği gibi, antik yıllardaki bizim yazarlarımızın belirttiği gibi, M.Ö. 3 bin yıl evvel var olan özel ve değişik bir halktı, kendine özgü bir dili olan, örf ve adetleri olan, kendi kültürü olan bir halktı. Ne söylemeye çalışsalar bile, değişik kişiler aksi düşüncede bile olsalar, Kürtler bir ulus, bir birliktir, aynı zamanda bir kültürel bir birliktir.

17 yıl oluyor, ki Yunanistan Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etti. Şimdi soru şu, neden teslim etti, biz Türklere bu kadar dost muyuz? Yunan halkının duruşu başka, Yunan hükümetinin duruşu başka. Burada bir ikilem yaşıyoruz.

Salih Müslim‘in konuşması.

“Bugün Ortadoğu’da yaşananlar, Ortadoğu’daki ve Mezopotamya uygarlığında Yunan tarihi de bulunuyor. Orada yaşayan halklar, sadece Kürtler değil, Süryaniler, Asuriler, Ermeniler değerlerini korumak için mücadele yürütüyor. Birbirimizden çok da ayrı değiliz, tarihte de birçok ortak çalışmamız olmuş. Kuşkusuz tarih bazen çok açılıyor, bazen kapanıyor. Bugün Ortadoğu’da tarihi bir süreç yaşanıyor. Gün gün tarih yeniden yazılıyor. Tarihi yazan gençlerimiz, Heleni medeniyetini korumak için de mücadele ediyor. Gençlerimiz kanının son damlasına kadar da Heleni tarihi mirası korumak için mücadele ediyor. Yüzlerce gencimiz Ezidi, Zerdüştülerin dini mekanlarını korumak için şehit düştü. Hesekê, Serêkaniyê’de, Derik, Qamışlo’da kiliseleri korumak için yüzlerce gencimiz şehit düşüt. Yüzlerce yıl önce inşa edilmiş camileri insanlık düşmanları yıkmak için uğraştı, yüzlerce gencimiz o camileri korumak için de şehit düştü. Kiliseleri, Ezidi ibatedhaneleri, camileri koruyan gençlerin hepsi Abdullah Öcalan’ın okulunda eğitim görmüşler.

Kurduğumuz sistemde Hıristiyanlar, Kürtler, Araplar yaşıyor. Çok demokratik bir sistem. Bütün çalışanlarıma ve yaşam alanlarımızda kadın ve erkekler eşittir. Bu yeni inşa edilen sistemin tabii ki düşmanları da mevcut. Bu sistemi kabul etmeyenler de var.”

Selahattin Demirtaş‘ın konuşması.

“Bu  çoğulcu, demokratik, doğa ile de barışık bir biçimde yaşaması, elbette ki yeni bir yönetim modeli, ulus devleti aşan, demokrasinin ilk yıllarında olduğu gibi doğrudan demokrasi ilkelerinin uygulanabilirliğini, öz yönetim ilkelerinin hayata geçtiği bir modelden bahsetti. Belki bu söylediklerimiz ilk kez telaffuz edilmiyor, farklı zaman diliminde ve günümüzde bunun çeşitli denemeleri, farklı versiyonlarını hayata geçirme girişimleri oldu. Fakat Ortadoğu gibi bir coğrafyada ve neredeyse yüzlerce yıldır, binlerce yıldır din savaşlarının, mezhep savaşlarının son birkaç yıldır milliyetçilik ve kimlik savaşlarının yaşandığı bir coğrafya, neredeyse barış yüzü görmemiş bir coğrafyada bunları hayata geçirmek, savunmak büyük bir cesarettir. Bütün bunların belki de bu değişim veya devrim süreçlerinin en çarpıcı olanı kadın özgürlüğü, kadın devrimidir. O kadar iki ayrı uçtan ve çizgiden söz ediyoruz ki, bir tarafta kadını köle pazarında satılık bir mal haline getiren DAİŞ anlayışı, hayvanlardan. Bitkilerden daha değersiz, tecavüz edilmesi gereken bir unsur olarak gören bir IŞİD anlaşışı, bu çok yaygın. Sadece IŞİD’in yaklaşımı değil, böyle bir anlayış, bir tarafta Rojava’da YPJ öncülüğünde direnen kadın figürü. Bu ikisi iki ayrı dünya, iki felsefedir, yaşam tarzı, gelecek vizyonudur. O kadınlar Salih Müslim’in de söylediği gibi Başkan Apo’nun öğrencileridir.

Öcalan’a, 17 yıl önce Yunan ve İtalyan halkının gösterdiği dostluğu devletlerin göstermediğini de vurgulayan Demirtaş, söz konusu hükümetlerin bu konuda ön görülü davranmadıklarını söyledi. Ön görülü davranmış olsalardı, aktüel baskılara boyun eğmek yerine, gelen misafirin kim olduğunu, nasıl bir tarih yapıcı, tarih değiştirici role sahip olduğunu görselerdi, bugün Ege denizinde mültecilerin bu şekilde her gün katledilmeyeceğini de belirtti.

Burnunun önünü bile göremiyorlar, haftaya ne olabileceğini göremiyorlar. Bu kahredici bir durum.

Bu kadar büyük bir devletler topluluğunun bir politika üretmekten aciz kalması çok üzücü bir durumdur. İşte 17 yıl önce Abdullah Öcalan’a böyle yaklaştılar. Türkiye de bu meseleyi anlamaktan çok uzak, halen bir gazete bugün Türkiye’de kendisi ile ilgili ‘bebek katili’ diye manşet atmıştı. Evet iki ayrı, birbirinden farklı algı var.

Geçen bir buçuk yıl boyunca partimin eşbaşkanı ve milletvekili olarak 8 kez gittim ve tanışma fırsatı buldum. Anlatması zor bir ortam. Kendisi koşulları ile ilgili eleştirileri iletiyordu ve barış için uğraşmak, fırsat yaratmak için eleştiriyordu. Dışarıdan bunu anlamak çok zor fakat ben ve arkadaşlarım o cezaevini kısaca tanıma fırsatı da bulduk. Onun için inşa edilmiş bir küçük cezaevi. Ben daha önce de Türkiye’nin birçok cezaevini gezdim, fiziki yapısını tanır, bilirim, neyin niye yapıldığını bilirim. Fakat İmralı gibi bir cezaevi hiç yok. Mimari yapısıyla, fiziki koşullarıyla zannedersem dünyada başka bir örneği yok. Marmara denizinin ortasında bir adada, kayalıkların üzerinde tek kişilik bir cezaevi. Duvarları normal cezaevlerinden çok çok daha yüksek, içerideki hücrelerden havalandırmaya kadar çok daha küçük ve duvarları çok yüksek, insan şu hissiyata kapılıyor, hani çok değerli bir şeyiniz olur ve onu hiç kimsenin bulamayacağı bir yere saklamak istersiniz, ben onu hissetmiştim. Fikirleri dışarı çıkmasın diye duvarları daha yüksek, kapılar daha kalın, pencereler daha küçük, camlar daha kalın. Bu şekilde fikirlerinin dışarı çıkmasına engel olacağını düşünmüşler. Ne kadar toplumdan uzak olursa denizin ortasında olursa tecrit olur diye düşünmüşler.

Onu dünyadan, halktan, kendi halkından, örgütünden soyutlaştırmak için alınabilecek her türlü tedbiri almışlar. Buna rağmen 20’den fazla kitap yazdı. Televizyon uzun yıllar izleyemedi, son birkaç yıldır iki üç kanal açıktır. Bir keresinde kendisi hücresinde yokken, beklerken birkaç dakika hücresini görme imkanım oldu. 12 metre kare. Bu 12 metre kare içerisinde küçük bir mutfak lavabo, bir banyo, metal bir çalışma masası, metal bir sandalye ve metal bir yatak. Bütün yaşam alanı o kadar. Bir o kadar da havalandırması vardı. Havalandırmada kafanızı tam yukarı çevirmezsen gökyüzünü görmek imkansız. Bunları niye anlatıyorum, yazdığı kitapları, fikirlerini okuyanlar zannedebilir ki Londra ya da Berlin’de büyük bir üniversitenin imkanlarını kullanarak, kütüphaneden faydalanarak, bilgisayar başında bu kitapları yazmış düşünebilir. Öyle değil, bütün bu Ortadoğu’da, kan revan içerisinde bir çözüm üretti, bunu hayata geçirebilecek bir örgüt yarattı. Evet Öcalan’dan çok korkuyorlar, sadece fikirleri değil, onu hayata geçirebilecek gücü olduğu için korkuyorlar.

Bu dönemde bütün bu kaostan çıkış için etkili rolü olabilirdi. Ama neredeyse bir yıla yakın bir zamandır onunla görüşemiyoruz. Bunların hepsi bir sağ hükümet, dinci, milliyetçi bir hükümet tarafından yapılıyor. İdeolojik olarak bunları yapması çok anlaşılırdır. AKP ideolojik olarak da Öcalan’ı kendisi açısından tehdit olarak görüyor.

Türkiye’de Kürt sorunundan kaynaklı iç savaş neredeyse başladı. Mülteci sorunu çözülecek diye AKP ile yapılan bir pazarlık Kürt sorununu çözebilir mi. Türkiye’ye üç milyar euro verip bu sorunu çözün demekle bir insanlık dramı çözülebilir mi. IŞİD’e karşı kahramanca mücadele verenler müzakere masasına oturtulmadan bu sorunu çözebilecek midir? Önümüzdeki haftayı değil, önümüzdeki yüzyılı görebilecek politik hatlar ve çizgiye ihtiyacımız var. ve onu direnenler, ezilenler gerçekleştirebilir. Onun için biz Yunanistan’daki Syriza hükümetini bir şans olarak görüyoruz.

 

 

 

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz