Aile kökleri İstanbul’a uzanan tanınmış Yunan yazar ve kültür adamı Aleksandros Adamopoulos, Türk-Yunan yakınlaşmasının hararetli savunucuları arasında yer alıyor. Adamopoulos’la Türkçe’de de yayımlanan kitaplarını, oyunlarını, müziğini ve yazı hayatını şekillendiren Doğu düşüncesini konuştuk.
Aleksandros Adamopoulos (60), Yunanistan’ın dünyaca ünlü yazar, tiyatrocu, yönetmen ve kültür adamı. Anneannesi tarafından aile kökleri İstanbul’a dayanıyor.
Adamopoulos’un 1925-1926’da bir kısmı Yunanistan’a göç eden ailesinden İstanbul’da kalan teyzesi Kosta Hanım, ünlü Türk gazeteci, spor adamı ve yazar Burhan Felek’in eşi.
Aleksandros Adamopoulos’un kısa felsefi hikayelerden oluşan kitabı Türkçeye ‘12+1 Yalan’ adıyla çevrildi. (İmge Yayınları) Yunanistan’da ve gösterildiği diğer ülkelerde çok beğenilen çocuk oyunu ‘İrmikoğlan’ ise Nisan 2012’den bu yana İstanbul Büyükşehir Şehir Tiyatroları’nda sahneleniyor.
Üniversite yıllarında kendisine ‘sufi’ denildiğini ve bundan memnun olduğunu söyleyen Adamopoulos, Türk-Yunan yakınlaşmasının hararetli savunucuları arasında yer alıyor.
İstanbul Büyükşehir Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen “İrmikoğlan”, Anadolu masallarından pek çok motifle süslü.
Aleksandros Adamopoulos’la kitapları, oyunları, müziği, yazı hayatını şekillendiren Doğu düşüncesi ve Türkiye ile olan ailevi bağları ile ilgili özel bir röportaj yayınlandı.
Türkiye ile irtibatınız nasıl başladı?
Akademisyen ve yazar Herkül Millas’ın ‘12+1 Yalan’ adlı kitabımı 2000 yılında Türkçeye çevirmesiyle başladı. Ailemin kökeni İstanbul’a dayanmasına rağmen İstanbul’a hiç gitmemiştim. Ardından 2005 yılında “İrmikoğlan” adlı bir tiyatro oyunum Türk okurla buluştu. İstanbul Zoğrafyon Ortaokul ve Lisesi, 2004 yılında İrmikoğlan’ı Yunanca olarak sahnelemişti.
Beni de davet ettiler. Sadece Rum azınlığı görmek benim için yeterli olamazdı. Kültürel, sanatsal köprüler kurmak istiyordum. Bu süreçte tiyatro, üniversite ve sanat camiasından önemli insanlarla tanışma fırsatı buldum.
Aşk ve sevgi bizi Doğu’ya götürür
İlk izlenimleriniz neler oldu?
Senelerce Avrupa’da yaşadım. Paris’te eğitim gördüm. Avrupa’da birçok ülkede bulundum. Türkiye’deki insanlarla kurduğumuz iletişim iki defa değil yüz iki defa daha sıcak ve doğrudan bir ilişki oldu. Tarihte Türkiye ile Yunanistan arasında zaman zaman çok iyi ilişkiler olmamış olabilir, hatta zıtlaşmalar da olmuş olabilir. Ama Türklerle anlayış olarak da hemen iletişim kurabiliyoruz. Benim tecrübem bakımından Türklerle kurmuş olduğum ilişki, mükemmel derecede samimi ve güzeldi. Çoğu Yunan için de böyle olduğuna inanıyorum. Doğrudan ve aracısız bir ilişkimiz var.
Bu her anlamda daha özlü bir ilişki kurulmasına fırsat veriyor. Prof. Dr. Cevza Sevgen, Tarık Günersel, Gülayşe Koçak, Aydın Besen başta olmak üzere çok sayıda dost edinme fırsatı buldum. Her iki taraftan da bazı kitaplarda hâlâ geçmişe takılanlar olabiliyor…
Tarihte olumlu-olumsuz çok şey yaşanmış, yaralar açılmış olabilir. Önemli olan komşu iki ülkenin her iki tarafta da bulunan akrabalık bağları sebebiyle şimdiye ve geleceğe bakarak düşünmesi. Hayat devam ediyor. Önemli olan Son sözünüzü söyleyin geleceği görebilmek, stereo tiplere takılmamak ve en doğru yöntemlerle çözüm üretebilmek. Kültürel, sanatsal ve insani ilişkiler kurarak devam etmek gerekir.
Batılı bir yazar olarak Doğu düşüncesine ve özelde Mevlânâ’ya bakışınız nedir?
Bir Yunanlı olarak Doğu ve Batı arasında bir yerde olduğumu hissediyorum. Daha çok da Doğulu. Tabii ki kendimi Avrupalı hissedebilirim, Avrupa’yı sevebilirim ve Avrupa’ya hayran da olabilirim. Ama öte yandan Yunanistan’dan Hindistan’a kadar karşılaştığımız Doğu insanının sıcaklığı, mistisizmi, edebiyatı, anlayışı, insani ilişkileri bana kesinlikle daha yakın. Bir Türk arkadaş, akademisyen veya gazeteci ile bir İngiliz arkadaşa göre çok daha kolay anlaşabilir, dost olabilirim. Öte yandan Mevlânâ mistisizmi beni çok etkiledi. Okumalarım arasındaydı.
Temelde eski ve yeni Yunan düşünürler hayatımı şekillendirdi. Batılı düşünürleri de okudum. Doğulu düşünürleri de çok yakından biliyorum. Hatta üniversitede bazı öğrenci arkadaşlarım şaka yollu bana ‘Sufi’ diye takılıyorlardı. Kitaplarınızda sıkça ‘aşk’ ya da ‘sevgi’ kavramlarına derinlemesine yer veriyorsunuz…
Bunlar çok temel bir konu gerçekten. Bu da bizi Doğu’ya götürüyor. Benim için derin ve önemli bir kavram olan sevgi-aşk, egonun açılmasıdır. Burada bulunduk, birbirimizi sevdik ya da aşık olduk. Bunlar yüzeysel. Aşkın en derin açılımını Yunanistan’dan Doğu’ya doğru görüyorum. Doğu’daki ego açılımı Batı’da yok. Batı çok daha içe kapanık. ‘12+1 Yalan’ kitabımda sevgi üzerine yazılar yer alıyor. Güzel olan, hem Batılılar hem de Doğulular tarafından sevilmesi.
Yunanistan’da devam eden ekonomik kriz, bencilliğin aşılması ve yardımlaşma duygularının yeniden ve daha etkin canlandırılması adına bir fırsat olabilir mi?
Kesinlikle. Sadece kriz değil. Sorun daha derinlerde ve daha önemli. Uzun yıllardan bu yana insanların yanlış şekilde yaşadıklarını düşünüyorum. Çok tüketime dönük bir hayat bu. Sadece cüzdanlarına göre ve ne kadar harcadığına bakarak yaşayan insanlar çok. Sanki onu hiçbir şey ilgilendirmiyor. Bazı insani değerleri unutmuş durumdayız. 1960’larda kriz yoktu ama yine de insanlar bayramlarda ve gerektiğinde birbirine yardım ediyordu. Daha samimi ve sıcak ilişkiler vardı. Son yıllarda bu aşırı tüketim ile birlikte insanlar maalesef insane değerleri unuttu. Ekonomik kriz döneminde bu trajik bir durum. İhtiyaç sahibi insanlar varken insani değerleri unutarak hiçbir şey yokmuş gibi tüketmek ve keyfimize bakmak kabul edilemez. Bu konuda pozitif çabalar da yok değil.