Ana Sayfa Batı Trakya Haberler ABDULLAH GÜL: “IRKÇILIK DEMOKRASİNİN DÜŞMANIDIR”

ABDULLAH GÜL: “IRKÇILIK DEMOKRASİNİN DÜŞMANIDIR”

21
0

“Irkçılık ve ayrımcılık ne yazık ki özellikle ekonomik kriz dönemlerinde Avrupa’nın nükseden bir hastalığı olarak karşımıza çıkıyor. İslamofobi yani İslam düşmanlığı, Avrupa’daki vatandaşlarımız kadar Arap veya Pakistanlı Müslüman kardeşlerimizi de tehdit eden bir harekettir.”

“Saldırgan eğilimler taşıyan radikal hareketler ile demokrasi zemininde mücadele etmek esastır. Avrupa’daki Müslümanlar, ırkçı hareketler ile olan mücadelelerini demokrasi dışı davranışlara yöneltirlerse tuzağa düşer, haklıyken haksız durumda gözükürler.”

 

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Avrupa’nın önündeki en riskli sorunun, bu kıtada yükselen ırkçı siyasi eğilimler olduğunu söyledi. Artı 90’a özel yaptığı açıklamalarda Türkiye ve içinde yaşadığı bölge için geniş bir “ufuk turu” yapan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Türkiye’nin komşularıyla hatta en uzaktaki akrabalarıyla geliştirmekte olduğu dostane ilişkiler, yalnız bölgenin değil, dünya barışının da güvencesidir.” dedi.

 

Cumhurbaşkanı, insanlığın ortak sorunlarının üzerine, birlikte ve mutlu bir gelecek kurmak için cesur bir şekilde gitmesi gerektiğini de vurgulayarak “Yaşadığımız deneyimler, sorunların üzerine gidilmemesi hâlinde nasıl kalıcı hâle geldiklerini gösteriyor. Ben, bu tür yaklaşımları her zaman, sorunun halının altına süpürülmesi olarak tanımlamışımdır. Eğer bugün dünyada eşitlik sorunu, insanların fukaralığı, bazı bölgelerde bir türlü bitmeyen savaşlar ve çatışmalar varsa bizim bu tür sorunları el birliğiyle çözmek için çaba göstermemiz gerekir. Komşusu açken tok yatamayan bir kültüre sahibiz ve bu nedenle, dünyanın herhangi bir yerinde insanlar yokluk çekiyorsa, masum insanlar çatışmaların içinde yaşamlarını kaybediyorlarsa bizler burada sadece seyirci olamayız. Belki de Türkiye’yi, dostlarının gözünde her geçen gün önemli kılan da budur.” mesajını verdi.

 

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile söyleşimize, özellikle Avrupa’daki Türk vatandaşlarını, hatta bu kıtada yaşayan bütün Müslümanları yakından ilgilendiren bir konudan, yükselen ırkçılık sorunundan başladık.

 

“Sayın Cumhurbaşkanı, Avrupa’da siyasi olarak da kendini hissettiren ama bu arada sokakta seri cinayetler işlemeyi bile göze alan bir ırkçı hareket var. Bu gelişme yalnız Türkleri değil, Müslümanların tamamını yakından ilgilendiriyor. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?”

 

Son derece tehlikeli bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Irkçılık veya farklı kültürlere, yaşam biçimlerine dönük hoşgörüsüzlük ne yazık ki Avrupa’nın en eski hastalığıdır. Bu hastalık, toplumsal refah dönemlerinde kontrol altına alınabilir ama bir toplum ne kadar iyi eğitim almış, ne kadar zengin ve müreffeh olsa da, özellikle ekonomik kriz dönemlerinde yeniden baş gösteriyor. Bu hastalık Avrupa’da genellikle, farklı dinden olan bir gruba dönük olarak nüksediyor. Geçmişte yaşanılmış ve bugün de insanlığın ortak anılarında birer kara leke olarak duran olayları hatırlatmak istemiyorum, onlar yaşandı, hepimizin umudu bir daha bu tür acıların tekrarlanmamasıdır. Ama ne yazık ki yaşanılan o olaylardan ve acılardan hatta utançlardan ders alınmadığını, yeni hareketlenmelerin başladığını da görüyoruz. Şimdiki gelişme İslam’a karşı bir tepki veya korku olarak nitelenebilecek İslamofobidir. Bu tür bir ırkçı hareketin en büyük hedefi, hâliyle Avrupa’da yaşayan Türkler oluyor. Benzer şekilde Kuzey Afrika’dan gelmiş Arap nüfus veya Pakistanlı kardeşlerimiz de ne yazık ki bizler ile aynı kaderi paylaşıyor, hem siyasi tartışmaların hem de saldırıların hedefleri oluyorlar.

 

Bu gelişme karşısında Avrupa’da yaşayan Türkler ve diğer Müslümanlar nasıl davranmalı? Siz onlara ne tür bir mesaj vermek istersiniz?

 

Önce herkesin bilmesi gereken nokta, çoğulcu demokrasilerde her zaman birtakım aşırı uçtaki siyasi hareketlerin olacağıdır. Demokrasinin getirdiği özgürlüklerden geniş çoğunluk, ortak refah ve mutluluk için yararlanırken her demokraside “marjinal” olarak adlandırılan bazı azınlıklar, ne yazık ki bu tür özgürlükleri kötü amaçlar doğrultusunda kullanabilmektedirler. Ama bu tür siyasi hareketlerin varlıkları, bizim demokrasiye ve onun güçlü kurumlarına karşı güvensizliğimizi asla doğurmamalıdır. Bu nedenle, ırkçı olarak tabir ettiğimiz bu hareketlerin hedefindeki insanların öncelikle kendi aralarındaki dayanışmayı güçlü tutmaları gerekmektedir. Birtakım fikirler ile mücadele ederken doğru yollardan mücadele etmek esastır. Eğer yanlış bir iş yapılırsa haklıyken haksız duruma düşülebilir. Tam tersine, Avrupa’da yaşayan Müslümanların, demokrasinin barışçı esaslarına göre davranmaları, sivil toplumun gereklerini yerine getirmeleri ve demokratik kurumları kullanarak bu tür saldırgan ve ırkçı siyasetlerin gerçek yüzünü içinde yaşadıkları toplumların fertleri ile paylaşmaları esastır. Eğer böyle davranırlarsa ırkçı hareketleri çok zor duruma düşürürler. Irkçılar saldırgandır. Onlarla onların metodları ile mücadele etmeye kalkılırsa ortaya büyük bir kaos çıkar ve esas saldırıya uğrayan, zalim hareketler karşısında mazlum olanlar, saldırgan durumuna da düşebilirler. Çok ama çok dikkatli olunmalı, demokratik ilkelerden asla taviz verilmemelidir.

 

Demokrasi açısından büyük bir risk oluşturan bu tür siyasi hareketlere, ilgili demokratik ülkelerin yönetimlerinin tedbir alması gerekmiyor mu?

 

Haklısınız. Ben kimsenin içişlerinde nasıl davranması gerektiğini söyleyemem ama genel demokratik prensiplerden söz edebilirim. Çünkü büyük demokrasi mücadelelerinin içinden gelmiş bir insan olarak demokrasinin kendini koruma hakkı olduğuna inanırım. Demokrasiye tehdit oluşturan tüm unsurların da bu koruma hakkı içinde kontrol altına alınması gerektiğine inanırım. Yani siz, demokrasiniz içinde yabancı düşmanlığını hedef alan, ırkçı yaklaşımlar sergileyen siyasi hareketlerin varlığını gelişmiş demokrasi kavramı içinde değerlendiremezsiniz. Aksine, bu tür hareketlerin varlığı hatta bazı ülkelerde olduğu gibi parlamentolarda temsil edilecek kadar güçlenmesi, o ülkelerde demokrasinin gelişmiş ve güçlü olduğunu değil; demokrasi açısından ciddi bir ayıbı gösterir. Bu tür ırkçı hareketlerin olduğu ülkelerde demokratik süreçle işbaşına gelmiş ve çoğunluk adına görev yapmakta olan yöneticilerin mutlaka bu hareketlere karşı önlem almaları gerekmektedir. Bu tür hareketler affedilemez.

 

Türkiye Cumhuriyeti bu tür hareketler karşısında nasıl bir yol izleyecek? Avrupa’da çok sayıda vatandaşı olan bir devlet olarak bir stratejisi var mı?

 

Devletimiz meseleyi yakından izlemekte, Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızın, soydaşlarımızın, akrabalarımızın, kültürel yakınlık kurduğumuz bütün toplumların huzur ve güven içinde yaşaması için elinden geleni yapmaya hazır bulunmaktadır. Bakanlıklarımız, kurumlarımız bunun için varlar. Irkçı saldırıların rapor edilmesi hâlinde tabii ki hemen devreye gireceklerdir, giriyorlar da… Ama burada, vatandaşlarımıza da çok iş düşüyor bu konuda. Birincisi, yaşadıkları ülkeler ile uyumlu bir birlik sergilemeliler, söz konusu devletlerin kurumlarıyla temas hâlinde olmaları önemlidir. Kendinizi bir kenara çekip kimseyle temas etmeden, içinde yaşadığınız ülkede kurumların nasıl işlediğini bilmeden, o ülkeyle hiç irtibat, alaka kurmadan yaşarsanız, yarın bir gün ortaya bir mesele çıktığında çaresiz kalmanız kaçınılmazdır. Açık örnek vereyim: Bir insan turist olarak veya kısa bir ticari seyahat için bir ülkeye giderse o ülkenin dilini tabii ki öğrenmek zorunda değildir. Ama siz hem yıllarca bir ülkede yaşayıp hem de o ülkenin dilini öğrenememişseniz bir hukuki mesele doğduğunda öncelikle kendi sorununuzu kendiniz büyütmüşsünüz demektir. Eğer yaşadığınız toplumun dilini bile öğrenmiyor, günlük yaşamdan kaynaklanabilecek sorunlar karşısında yalnız kalmaya kendinizi mahkum ediyorsanız yaşamayın orada, dönün memlekete… Ancak dilini öğrenir, ülkenin kurumlarının nasıl işlediği konusunda detaylı bilgi sahibi olursanız hakkınızı koruyabilirsiniz. Bunu yalnız hukuk konusunda düşünmeyin. Dil öğrenmemiş bir ana-baba, evladının da haklarını koruyamaz. Bu tür olayları yaşıyoruz, çözmeye çalışıyoruz. Yazık değil mi…

 

Bu arada Hollanda’da İhsan Gürz cinayeti vakası var, biliyorsunuz. Siz son Hollanda ziyaretinizde de konuyla ilgilendiniz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

 

Mağdur aileyle konuştum, yakından takip ediyoruz. Bu olayın üstü asla kapanmayacak çünkü Türkiye’de yapılan otopside ortaya büyük tereddütler çıktı. Bu konuda Hollanda makamları yayımlamaları gereken raporları henüz yayımlamadılar, bu konuyu da kendileriyle görüşüyoruz.

 

Bazı uygulamalar da devletlerin genel yapısının sorgulanmasını gerektiriyor. Gözaltında tutulurken yaşamın kaybeden İhsan Gürz olayı buna bir örnek ama özellikle Almanya’da yaşayan Türk vatandaşlarının önündeki en önemli sorunlardan biri de giderek büyüyen Gençlik Daireleri sorunu. Türkler bu uygulamadan pek çok sorun yaşıyorlar. Sudan bahaneler ile el konulan çocuklar uygunsuz ailelere ve farklı kültürlerden, dinlerden insanların eline veriliyor. Örneğin, 7 yaşındaki Yunus Emre isimli Türk çocuğu Hollanda’da lezbiyen bir çifte verildi. Almanya’da da bu tür olaylardan çok var.

 

Bu tür uygulamalara müsaade etmemiz mümkün değildir. İlgili devlet makamlarının almakta oldukları bütün kararlar, sürdürdükleri bütün uygulamalar öncelikle bizim vatandaşlarımızı ilgilendirmektedir, bu nedenle müdahil olmamız, eğer ortada yanlış bir uygulama, vatandaşımızı mağdur eden bir durum varsa müdahale etmemiz çok normaldir. Bu tür olayları konsolosluklarımız ve büyükelçilerimiz yakından takip etmelidir. Eğer gerçekten mecburiyetten doğan; çocuğun güvenliğini, sağlıklı gelişimini engelleyen bir durumdan kaynaklanan uygulama varsa da o çocuğun bir Türk ailenin bakımına verilmesi gerekmektedir. Aksi uygulamalar, çocuğun mensup olduğu dinin değiştirilmesi anlamına gelir ki bu kabul edilemez. Bu tür uygulamalar Avrupa devletlerinin de lehine değil. Bu uygulamalar ile yarattıkları bir yabancılaşma, yarın daha büyük sorun olarak kendilerine dönebilir. Dikkatli olmaları gerekiyor.

 

Sayın Cumhurbaşkanı, siz tartışmaların tırmandığı bir dönemde, üstelik de futbol gibi Türk kamuoyunun çok hassas olduğu bir konuda, “Mesut Özil, Alman Milli Takımı’nda oynasa daha iyi olur.” diyerek dikkat çekmiştiniz. Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın kimliklerini koruyarak içinde yaşadıkları toplum ile bütünleşmelerinden yana bir yorumdu bu. Yurt dışındaki vatandaşlarımıza bu anlamda tavsiyeleriniz nelerdir?

 

Her zaman, her fırsatta kendilerine de ifade ediyorum. İçinde yaşadıkları toplum ile uyum içinde, saygın, kimliğini korumuş ve başarılı olmaları, aynı zamanda Türkiye için de büyük bir hizmettir. Çalıştıkları, vatandaşı oldukları ülkelerin yasalarına uyacaklar; o ülkenin de başarısı için uğraşacaklar, başarı olduğunda da ortak bir ruh içinde bu başarıyı kutlayacaklar. Almanya’da yaşayan Türkler değil sadece, Türkiye’de de herkes, bizim takımımızla oynamadıkları sürece, Mesut Özil’in oynadığı Alman takımının maçlarını bir taraftar ruhu içinde izliyor, bunu biliyoruz. Futbolcu, bilima adamı veya sanatçı, Türk kimliği taşıyan bir insan, Almanya, Fransa veya İsveç’te yükselir; o ülkenin başarısına imza atarsa dolaylı olarak Türkiye’yi de en güzel şekilde temsil etmiş olur. Mesut Özil’in şu anda Türkiye için sergilediği tablo, belki de çok büyük bütçeler ile yapılacak tanıtım kampanyalarından çok daha etkili ve önemlidir.

 

Bu arada, Avrupa’da yaşayan Türkler’in Türkiye seçimlerinde sağlıklı oy kullanabilmeleri için gerekli düzenlemeler yapılıyor. Bu konuda görüşleriniz nelerdir?

 

Türkler’in ana vatanlarının siyasi kararlarına katılımları konusunda atılan bu adımlar esasen, geç adımlardır. Bu sorunun çok önceden çözümlenmiş olması gerekmektedir. Daha önceleri bazı sebepleri varmış, bu nedenle olmamış deyip önümüze bakmakta yarar var. Önemli olan, vatandaşlarımızın tümünün iradesinin ülke yönetimine tam yansımasının yolunu açmaktır. Bu gerçekleşiyor. Günü geldiğinde artık oylarını kullanacaklar ve tercihlerini Türkiye’ye duyurabilecekler. Demokrasi için güzel ve anlamlı bir gelişme. Kendilerinden ricam, birbirlerini kırmadan bu demokratik haklarını kullanmaları, siyasi tartışmalarını ayarında tutmalarıdır. Birbirlerine düşmeden gitsinler versinler oylarını, orada da bıraksınlar bu işi…

 

Yüksek izninizle, farklı bir coğrafyaya geçmek istiyorum. 2012, Balkan Savaşı’nın 100. yılı… Savaşın acı hatıralarını bir kenara bırakan Türkiye, Balkanlar’daki akrabalarıyla büyük bir istikrar ve barış yakalamış durumda. Balkanlar’ın geleceği sizce hangi zemine oturuyor?

 

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun üç kıtaya yayılmış geniş coğrafyasında kurulmuş devletlerde biridir ama mirasçısıdır. İstanbul, İmparatorluğun başkentiydi, bugün de biz Türklerin gurur duyduğu, dünyanın en önemli kenti kimliğini koruyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı olmamız, bizi eskiden aynı sınırlar içinde yaşadığımız milletlere karşı daha hassas kılıyor. Bu hassasiyet, esas olarak eşit devletlerin barışçı, dostane ve istikrarlı iş birliğine duyduğumuz sorumluluktan kaynaklanıyor. Tarihi geri getiremezsiniz. İnsanlık sürekli gelişme içindedir ve bugün esas olan, bir dönem Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yer almış bütün milletlerin barışçı, kardeşçe ve eşitliğe dayanan istikrarlı ilişkileridir. Türkiye’nin farklı bir konumu var dünya haritasında. Biz Balkanlıyız. Aynı zamanda Kafkasyalı, Akdenizli, Ortadoğuluyuz… Hatta kültürel, millî bağlarımız bizi Orta Asya ile de bağlıyor. Bu, Türkiye Cumhuriyeti’ni dünya milletleri arasında önemli kılan, bizi de her alanda sorumlu davranmaya yönelten çok özel bir durum. Türkiye olarak her zaman Balkanlar’da kalıcı barışın yerleşmesi için çaba gösterdik. Ne yazık ki bu bölge, 20’nci yüzyılda yaşanılan savaşlarda çok ağır bedeller ödedi. Türkler de ödedi. Şimdi, bütün Balkan milletleri olarak, üstelik yakın geçmişte de yaşanılan kanlı hesaplaşmalardan da yola çıkarak, barışı konuşmanın, milletlerimiz arasında iş birliğini artırmanın zamanı olduğuna inanıyoruz. Türkiye son yıllarda izlediği politikalar ile bu ilkelere ne kadar bağlı olduğunu komşularına en güzel şekilde göstermiştir.

 

Balkanlar’da yaşayan Türk azınlıklar var. Onlar için nasıl bir yaşam ortamı görüyorsunuz?

 

Doğrudur. Balkanlar’da çok sayıda soydaşımız yaşıyor. Biz onların yaşadıkları ülkelerde huzur ve mutluluk içinde olmalarını arzu ederiz. Dışlanmadan, herhangi bir ayrımcılığa hedef olmadan, aileleriyle güven içinde yaşamaları, yaşadıkları ülkelerin hakları korunmuş, onurlu vatandaşları olmaları esastır. Çok sayıda Türkçe konuşan insan var o coğrafyada. Türkçe, aynı zamanda bir Balkan dilidir. Yani resmî olarak kabul edilmiş bir dildir. Eğer Balkanlar’da barış kalıcı olursa, Balkan dayanışması samimi adımlar ile en üst seviyeye çıkarılırsa soydaşlarımızın da geleceğinin garanti altına alınması gerçekleşir. Biz meseleye Balkanlar’ın bütünü içinde bakıyoruz.

 

Sayın cumhurbaşkanım, dilerseniz, biraz da sınırlarımızın çevresinde dolaşalım… Türkiye’nin önemli komşusu Yunanistan bildiğiniz gibi çok zorlu bir ekonomik krizle mücadele ediyor; Bulgaristan’da da durum pek parlak görünmüyor, Türkiye ise bütün dünyanın hayranlığını kazanan bir ekonomik yükseliş içinde… Acaba yaşanılan bu olumlu gelişme, komşumuzun sorunlarının da aşılmasında önemli rol oynar mı?

 

Haklısınız. Türk ekonomisi son yıllarda çok önemli başarılar elde etti, kayda değer bir gelişme sergiledi. Bunda kuşkusuz uygulanan kararlı ekonomik programın büyük payı var ve küresel ekonomik krizin bizi etkilemesini de çok sınırladı. Finans sektörü, bankacılık, sosyal güvenlik ve vergi alanlarında dünyaya örnek olabilecek adımların atıldığı bir gerçektir. Bu bize yeter mi? Hayır… Biz, aynı zamanda bütün bölgemizin ortak refahının da peşine düşmeliyiz. Bu konuda atılacak bütün adımları olumlu mütalaa ederiz. Özellikle, Türkiye’nin 2011 yılında ulaştığı toplam 376 milyar dolarlık dış ticaret hacmi göz önünde bulundurulduğunda, Yunanistan ile 4.1, Bulgaristan ile 3.6 milyar dolarlık bir dış ticaret hacmi olduğunu görüyoruz. Bunun mutlaka daha yüksek seviyelere çıkması gerekmektedir. Büyük bir potansiyel mevcut. Geçen yıl, 600 bin vatandaşımız Yunanistan’ı ziyaret etti, bu önemlidir. Tabii ki biz komşularımızın ekonomik sorunlarıyla kendi koşulları içinde mücadele ettiklerini görüyor, başarıya ulaşmalarını bekliyoruz.

 

Bu arada, önemli bir örnek de var… Gürcistan… Türkiye Gürcistan’a sınırlarını açtı ilişkiler en üst düzeye çıktı ve Gürcistan giderek Kafkasya açısından önemli bir başarı öyküsüne dönüşmeye başladı.

 

Bakın, bu örnek önemlidir. Biz ne istiyoruz? Çevremizde barış ve dostluk zemininde, güvenlik ve istikrarın sağlanmasını, hatta komşusu olduğumuz coğrafyanın donmuş ihtilaflarının da çözümlenmesini… Gürcistan’a bağımsızlık gününden itibaren büyük destek veren bir ülkedir Türkiye. Birlikte çalışmaktan çok memnun olduğumuz komşumuzdur. Nitekim geçtiğimiz günlerde kabul edilen Gürcistan Ulusal Güvenlik Kavram Belgesi’nde Türkiye’nin, Gürcistan’ın bölgedeki önde gelen ortağı olduğu belgelendi. Bakü-Tiflis-Ceyhan ve Bakü-Tiflis-Erzurum doğalgaz boru hatları başta, birlikte çok önemli projelere imza attık, atıyoruz, atacağız… Özellikle Bakü-Tiflis-Kars demiryolu projesi ile bu ilişkiler stratejik boyut kazanmaktadır. Batum havalimanını birlikte işletiyoruz ve o havalimanı bizim iç havalimanımız statüsünde artık. İki ülkenin vatandaşları kimlikleriyle seyahat edebiliyorlar. Bunlar çok müşahhas göstergeler. Tekrar ediyorum; bu, istikrar, gelişme ve güvenlik için çok önemli bir modeldir.

 

Yakın akrabalarımız Türkmenistan ve Azerbaycan Ne yazık ki özellikle İran üzerinde şekillenen kriz senaryolarından çok etkilenecekler gibi gözüküyor. Türkiye’nin ulusal ve dünya enerji dengeleri açısından bu iki ülkeye dönük politikaları nasıl bir seyir izleyecek?

 

Öncelikle, sorunuzdaki yakın akrabalar tanımlamasını düzeltmek isterim. Türkiye’nin Türkmenistan ve Azerbaycan ile ilişkisi, yakın akrabalığın çok ötesinde bir kardeşliktir. Aynı dili, dini, kültürü, ortak tarihi ve coğrafyayı paylaştığımız kardeşlerimizden söz ediyoruz. 2008 yılından bu yana Türkmenistan ile 6, Azerbaycan ile 5 temas gerçekleştirdim. Bu temaslarda sayın cumhurbaşkanlarıyla her alandaki müstesna iş birliğimizin devamı konusunda çok güçlü siyasi irade beyanında bulunduk. Şunu açıklıkla ifade edeyim, her iki ülkenin siyasi liderliği bölgede yaşanan gelişmelerin ülkelerine ve halklarına olabilecek yansımalarını mükemmelen hesap edebilecek vizyona ve değerli kadrolara sahip. Bu iki ülkeyle en üst seviyede tesis ettiğimiz siyasi diyalog mekanizmaları sayesinde ikili, bölgesel ve uluslararası gelişmeler düzenli olarak gözden geçiriliyor. Bu çerçevede, tüm bölge ülkelerinin demokrasi, özgürlük, hukukun üstünlüğü, insan hakları, iyi yönetim gibi evrensel değerlere sahip olmalarının, bölgenin güvenlik, istikrar ve refahına katkıda bulunacağını düşünüyoruz. Türkiye, bu iki ülkenin uluslararası enerji piyasalarına, belli bir yola bağımlı kalmadan, aksine, alternatiflerini çoğaltarak ulaşmalarında önemli bir ülkedir ve bu yöndeki çalışmalarımız da sürmektedir.

 

Yüksek izninizle, biraz da özel yaşama dönmek istiyorum. Son ziyaretinizde Hollanda Başbakanı sizinle randevusuna bisikletle geldi. Ama Türkiye, kuşkusuz çok farklı bir ülke, koşulları değişik… Cumhurbaşkanlığı özel yaşamınızda neleri değiştirdi?

 

Tabii ki Cumhurbaşkanı olmanın günlük hayatımda yol açtığı bazı değişiklikler var. Bunların başında da eskisi kadar rahat hareket edememem geliyor. Cumhurbaşkanlığı, tanımı gereği, protokolleri, seremonileri olan bir makam. Bunlara riayet etmek gerekiyor. Yurt içinde ve yurt dışında çok sık seyahatlere çıkmam gerekiyor. Ailemden uzun süreler uzak kalabiliyorum. Hayrunnisa Hanım genelde yanımda olsa da çocuklar ile çok daha seyrek görüşebiliyorum. Hollanda Başbakanı’nın ve bazı Avrupa ülkelerindeki siyasi liderlerin ofislerine bisikletle gitmeleri çok hoş. Halkla daha iç içe olmak, daha az protokol, daha az formalite tabii ki çok daha iyi. Ama Türkiye büyük bir ülke ve gerek kültürel, gerek pratik sebepler böyle bir uygulamayı bizim ülkemizde imkansız kılıyor. Yine de özellikle yaz aylarında İstanbul’da olduğum dönemlerde, olabildiğince vatandaşlarımızla bir arada olmaya, onlarla doğrudan iletişim kurmaya özen gösteriyorum.

MEHTAP ALTINOK-ARTI 90 GENEL YAYIN YÖNETMENİ

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz