Yazar Fahri Tuna’nın kaleminden “Gümülcine; Rodop Eteklerinde Yaşayan Bir Osmanlı Şehri” yazısı.
Gümülcine 5 satır yazıyla ancak bu kadar güzel anlatılır. Türkiye Yazarlar Birliği sitesinde güzel ve bir o kadar da anlamlı bir yazıyı siz BİRLİK Gazetesi okuyucularıyla paylaşmak istedik.
Yazıyı kaleme alan ve içindeki susamış hasret kokan hisleri divitle dışarıya döken çok değerli Hocam, Türkiye’nin sayılı Portre (Biyografi) yazarlarından biri olan Fahri Tuna’nın yazısı, Rodop Eteklerinde yaşayan bir Osmanlı şehri olan Gümülcine’ye “cup” diye oturmuş sanki.
“Fazla söze gerek yok” diyerek Fahri Tuna’nın yazısını sizlerle paylaşıyoruz.
“GÜMÜLCİNE; RODOP ETEKLERİNDE YAŞAYAN BİR OSMANLI ŞEHRİ”
Şehir Portresi / Fahri Tuna
Gümülcine; Rodop Eteklerinde Yaşayan Bir Osmanlı Şehri
09 Ocak 2019 Çarşamba 15:11
Yaşayan Osmanlı.
Evet evet, yanlış duymadınız: Osmanlı yaşıyor bugün.
Kültürü hukuku mektepleri medreseleri gelenek görenekleri sosyal organizasyonları ile Osmanlı dimdik ayakta dersem inanır mısınız? İnanmazsınız değil mi?
Ama inanmalısınız. Ben söylüyorum. Yani ömründe hiç yalan söylememiş biri söylüyor.
1912’de çekilmiş idari anlamda Balkanlar’dan Osmanlı. Gümülcine’den de. Hadi tam ifadesiyle söyleyelim, Batı Trakya’dan. Dedeağaç, Gümülcine, İskeçe’nin yani üçünün birden ortak adı Batı Trakya lugatımızda.
Hafızalarımızı tazeleyelim: Lozan’da, ek bir madde konmuş. Manastır’dan İskeçe’ye kadar, bütün Türkler Anadolu’ya, Anadolu’daki bütün Rumlar da Yunanistan’a mübadele (takas) edilecek. Bunun bir tek istisnası olacaktır aynı madde gereği: İstanbul’daki Rumlar’ın hayat garantisi olarak Batı Trakya’daki (az önce saydığım üç vilayetteki) Türkler yerlerinde iskân edileceklerdir. Yaklaşık 150.000 Rum’a karşılık 150.000 Müslüman Türk.
Yaklaşık bir asır geçmiş üstünden antlaşmanın. Çok sular akmış köprünün altından bu sürede elbette. Anlaşmanın garantörlüğüne ve bağlayıcılığına rağmen çok acılar çok sıkıntılar çekilmiş. Gözünü karartıp iki ülke sınırı durumundaki Meriç Nehrini boğulma kurşunlanma tehlikesi altında Türkiye’ye kaçak geçen geçene… Özbeöz Türk oldukları hâlde yıllarca Türkiye’de de nüfus kâğıdı çıkartamamış kaçaklar.
İki ünlü kaçağı tanırsınız hepiniz: Biri senelerce Galatasaray’da top koşturan, teknik direktörlüğünde de Galatasaray’a 20. Şampiyonluğunu armağan eden Hamza Hamzaoğlu.
Diğeri de yıllarca Türkiye Cumhuriyeti’nde Sağlık Bakanlığı yapan Dr. Mehmet Müezzinoğlu. Ki kendisi de on beş yaşlarında Türkiye’ye kaçak giren, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ile İstanbul İmam Hatip Lisesi’nden sınıf arkadaşı olan nüfus kâğıtsız birisidir.
Benzeri yüzlerce binlerce örnek verilebilir.
Bir asır içinde Batı Trakya’da nüfusumuz yarı yarıya azalmış. İstanbul’daki Rumlar ise… neredeyse kalmamış; belki beş belki on bin!
Lozan pek işlememiş, her şeye her garantiye, o çok ünlü ve meşhur garantör ülkelere (İngiltere, Fransa, Rusya vs.) rağmen.
Ama; – şu iyi bilinmelidir ki – kâğıt üzerinde de olsa Osmanlı dimdik ayakta bugün.
Hukuken de. Ne demek bu? Gümülcine’de iki Müslüman Türk aralarında bir sorun yaşadı diyelim. Yunan mahkemesine değil, yasal hakları gereği Seçilmiş Müftü İbrahim Şerif Efendi’ye gidiyorlar. İbrahim Efendi ‘kadı görevi’yle tarafları dinleyip kararı alıyor. Alınan kararı başkente onaya gönderiyor. Atina’daki Yunanistan Devlet Mahkemesi de – Müslüman azınlık arasındaki hukuka karış(a)madığından – Gümülcine Müftülüğünün kararını aynen onaylıyor. Bugüne kadar birkaç istisna dışında aynen böyle yaşanmış uygulamalar.
Kısacası; bir nevi uygulama 1918 yılı Osmanlı İstanbul’unda mahkeme / kadı / hüküm neyse 2018 Osmanlı Gümülcine’sinde de o. Osmanlı gitmiş ama uygulama hukuk anlayış kurumlar neredeyse aynen kalmış.
Hanefi hukuku – sanki Osmanlı Devleti varmış gibi – Batı Trakyalı Müslümanlar arasında devam ettirilmiş. Altı yüz elli yıllık gelenek hâlâ dimdik ayakta.
O kadar Osmanlı o kadar Türkiye ki Gümülcine: Mahalle isimlerini söyleyeyim size mesela: Bahçeli, Yenice, Hacı İpekçi, Şehreküstü, Debbağhane, Narlıbahçe, Hacı Yavaş, Koca Nasuh, Sabuni Ali Mahallesi.
Köyler mi? Rodop Dağları eteklerindeki yüzlerce köyden rastgele on tanesinin ismini sunmak isterim dikkatlerinize: Çepelli, Eşekçili, Salmanlı, Yassıköy, Bayatlı, Karamusa, Demirciler, Hasköy, Karagözlü, Üçgaziler.
Ne kadar Anadolu, ne kadar biz, bizim, bizden değil mi?
Bir gün, bu satırların yazarı kadar Balkan sevdalısı kardeşim Edirneli edebiyat doçenti Rifat Gürgendereli ile Gümülcine’deydik. Yüksek lisans öğrencisi Mehmet’in köyüne Domruk’a gitmiştik birlikte. Rodop eteklerinde yüz haneli bir Türk köyü. Kahvehaneler vs. akşam saatleri. Bir kahveye girdik, ‘Selâmün aleyküm’, ‘Ve aleyküm selâmmm.’ Hemen herkes ayağa kalktı, ‘hoş geldiniz hoş geldiniz hoş geldiniz…’
Herkesin gözü kahvehanedeki televizyonda. Haber izliyor herkes. Televizyona bir dikkat kesiliyorum ki, o da ne. Herkes TRT1’den akşam haberlerini takip ediyor merakla.
Kütahya Emet, Afyon Emirdağ, Zonguldak Devrek, Konya Akşehir, Sakarya Taraklı, Bilecik Gölpazarı, Eskişehir Mihalgazi’nin bir köyündesiniz, öylesine Anadolu Domruk. Ne Domruk’u; bütün Batı Trakya köy kahvehaneleri.
Bir şey daha öğrendik o akşam; Batı Trakyalı Türkler, ne Yunan Başbakanının adını biliyorlar ne herhangi bir bakanını. Dünyalarında varsa yoksa Türkiye. Hepsi de Galatasaraylı Beşiktaşlı Fenerbahçeli. Hatta Trabzonsporlu, hatta Bursasporlu.
Sokaklarında dolaşın Gümülcine’nin. Öncelikle II. Abdülhamit’in armağanı saat kulesi karşılayacaktır sizi. Sonra Eski Cami kucaklayacaktır. Medreselerimiz, Celal Bayar Lisemiz her şeyiyle dimdik ayakta.
1928’de kurulan Türk Gençlerbirliği’nde çayınızı yudumlarken bir yandan da yıllarca Şafak Dergisini çıkartan şair ve hikâyeci iki yakın dost Rahmi Ali ile Mücahit Mümin’le sohbet edeceksiniz. Genç şairler Emre Ahmet, Sibel Gülistan da sizler gibi o sohbeti izliyor olacaklar yan masada. Gümülcine’nin Malkoçoğulları Koray Hasan ile Necat Ahmet yanlarında da gazeteci İlhan Tahsin, yeni bir organizasyonun hazırlığındalar, kulak kabartınız. Yavuz Bekir arkadaşlarını toplamış Alperen Hacı Osman’nın bağlamasıyla çalıp söylediği Yemen türküsünü, Çanakkale ağıtını veya ‘Âh bir ataş ver cigaramı yakayım / Sen salın gel ben boyuna bakayım’ı dinliyorlar gözleri yaşlı, Asmaaltı’ndaki kahvehanede.
Gümülcine budur işte.
Çağdaş Malkoçoğlu Sadık Ahmet’in mezarına gittiğinizde ülkesine adamış bir onurlu adama, Gümülcine’deki Osmanlı Türklüğünü ayakta tutmak için bir ömür çırpınmış bir güzel insana saygı duyacak, Fatihalar göndereceksiniz.
Sadık Ahmet’in dava ve mahpushane arkadaşı Gümülcine Seçilmiş Müftüsü İbrahim Şerif’e selâm veriniz; sanki Gümülcine Valisi de o, belediye başkanı da. Kadısı da o Müftüsü de. Gümülcine milli eğitim müdürü de o şehrin sağlık ve sosyal ihtiyaçlarından sorumlu yetkilisi de. Sanki Osmanlı’nın son ve hâlen görevdeki Gümülcine Valisi İbrahim Şerif Paşa’mız o bizim; vakur, dirayetli, babacan. Devletlü şevketlü izzetlü valimiz.
Osmanlı’nın izzeti ayakta anlayacağınız.
Zorluklar ve baskılar onları daha Türk yapmış. Müslüman kalmışlar en çok da bu sayede. Ve Osmanlı’yı yaşatabilmişler.
Evet; Rodop Dağları ne kadar ayaktaysa asırlardır, Osmanlı da ayakta Gümülcine’de.
Yiğit vakur mert direnen insanlar şehri Gümülcine.
Osmanlı’nın yaşadığı yaşanıldığı yaşatıldığı şehir.
Rodop eteklerindeki yaşayan Osmanlı o.