Sayın Mikis şeodorakis, “Vatandaşların Kıvılcımı” adı altında başlattığınızı açıkladığınız hareketin basında yayımlanan manifestosunu okudum. Başından sonuna kadar bilinen tek yanlı klasik devletçi Yunan tezlerini yansıttığı kendiğilinden anlaşılan bildirgenin diğer bölümleri benim ilgi alanımın dışında. Ancak, “Azınlık ve Türkiye” başlığı altında yayımlanan görüşlerinize karşı söyleyecek sözüm var. Her şeyden önce, aşağıda yazacaklarımdan sonra sizin için ne kadar önemi olur bilmem, ama ülkemizin yetiştirdiği en büyük sanatçılardan biri olarak gördüğüm sizin yeryüzündeki milyonlarca hayranlarınızdan biri olduğumu belirtmek isterim. Sayın Hocam, Kişinin belirli bir konuda çok iyi olması, başka alanlarda da iyi olacağı anlamına gelmediğini hatırlatmama izin verin. Benim çok iyi bir yüzücü olduğum halde, beste yapmayı beceremediğim gibi, siz de çok iyi bir müzisyen olmanıza rağmen anlaşılan siyasi konuları duygusallığa kapılmadan doğru şekilde değerlendirmeyi pek beceremiyorsunuz. Manifestonuzda yer alan ve hangi düşünceyle kaleme alındığını hala anlayamadığım “Türk ve Yunan halklarının dostluğu” konusundaki görüşleriniz bunun en bariz örneği. Sayın şeodorakis, manifestonuzun “Azınlık ve Türkiye” başlıklı bölümünde, Batı Trakya Türk Toplumu’nun kendi kültür ve geleneklerini sürdürebilme çabalarını Türk ve Yunan halklarının dostluğuna bir engel olarak göstermeye çalışıyorsunuz. Oysa iki halkın dosluğuna giden yoldaki gerçek engelin, iddia ettiğiniz şekilde, toplumların kendi kültür ve geleneklerini yaşayıp sürdürebilme özgürlüğü değil, çağdışı ırkçı gerekçelerle bu özgürlükleri kısıtlama çabaları olduğunu bilmeniz gerekirdi. Manifestonuzda, sözde Türk-Yunan dostluğu açısından ele aldığınız azınlık konularıyla ilgili bölümde, ıstanbul Rum Azınlığı’nın haklarından söz ederken, Batı Trakya’daki Türk Toplumuna farklı bir etnik kimlik tayin ederek, varlığını açıkça inkar etmeniz, iki ülke halklarının dostluğuna katkı değil, sadece engel oluşturur. Batı Trakya’daki Müslümanların “Türkleştirilmesi”nden söz ediyorusunuz… Sayın Hocam, ben tüm imkanları kullansam ve yıllarca çaba göstersem sizi Yunanlı olmaktan vaz geçirerek, ne kadar Türkleştirebilirim ki? Eğer siz gerçekten Yunan iseniz, kendinizi asırlarca içinde yaşadığınız bu kültüre ait olarak görüyorsanız ve bu konudaki tercihinizi bu yönde yapmışsanız… Çağımızda insanlığın vardığı bugünkü noktada etnik köken, sonuçta bir tercih meselesi değil midir? Sayın şeodorakis, siz uluslararası çapta bir sanatçı ve bir aydın olarak, bugünkü Yunanistan’da, “Leonidas”ın, “Sokratis”in soyundan gelen, eski Yunanlıların DNA’larını taşıyan kaç kişi bulunduğunu düşünüyorsunuz? Balkanların ve Güneydoğu Avrupa bölgesinin tarihi tüm belgeleriyle ortadayken, birileri çıkıp hala Herkül’ün, ya da Agamemnonas’ın torunları olduğunu iddia ediyorsa, bırakın başkaları da bu konudaki tercihini başka bir yönde yapabilsin. Lozan Antlaşması’nda dini yönüyle tanımlanan (Gayri Müslim Azınlıklar) ıstanbul’daki Ortodoks Hristiyanlardan etnik kökenleriyle “Helen” olarak söz ederken, aynı anlaşmada yine dini yönüyle tanımlanan (Müslüman Azınlık) Batı Trakya’daki Müslümanların da bir etnik kökeni olabileceğini kabullenmekte neden bu denli zorlanıyorsunuz? Bu şekildeki çifte standartlı bir yaklaşım, iki ülke hakllarının dostluğuna nasıl bir yarar sağlayabilir? Sizce, inkar ve yalan üzerine kurulacak bir dostluğun kime ve nasıl bir faydası olabilir? Bunları yazarken, sakın benim milliyetçilik yaptığımı düşünmeyin! Yapmaya çalıştığım şey sadece sizin de hafızanızı tazeleyerek, bazı şeylerin her ne adına olursa olsun, gözardı edilmesinin mümkün olmadığını bilmenize yardımcı olmaktır. Zira ben, Türk, Yunan, Bulgar, Sırp ve ya herhangi başka bir ulusun mensubu olmanın özellikle onur duyulacak, ya da utanılacak bir şey olduğuna inanmayanlardanım. Aksine, her ulusun kendine has özellikleri ve güzellikleri bulunduğuna inanıyorum. Sayın şeodorakis, ben bir Azınlık mensubu olarak, varlığını “gayrımeşru” olarak nitenlendirdiğiniz Türkiye’nin Gümülcine (Komotini) Konsolosluğu konusunda da, hatırlatmakta yarar gördüğüm bazı noktalar var. Türk Konsolosluğu’nun, Gümülcine’de uslararası yasa ve kurallara göre bulunduğu her kes tarafından bilinmektedir. Bu konuda “yanlış” olan bir şey varsa, yasalara göre gerekenin yapılmasına kimse itiraz edemez. Ancak, bu konudaki sıkıntınız sırf Konsolosluğun oradaki varlığından kaynaklanıyorsa, size kötü bir haberim var, korkarım epey uzun bir süre daha sıkıntınız devam edecektir. Çünkü Konsolosluğun Gümülcine’deki varlığı birçok yasal ve haklı nedenlere dayanmaktadır. Örneğin, ilk akla gelen, Konsolosluğun bulunduğu kentin iki ülke halklarının birbirine daha yakın olduğu sınır bölgesinde olması nedeniyle kültürel ve ticari ilişkilere ilk elden katkı sağlayabilme olanağına sahip olması. Bu çerçevede buna daha bir çok neden eklenebilir. Ancak, Türk Konsolosluğunun Gümülcine’de bulunmasının önemli bir nedeni de, bölgede sayıları yüzbini aşan bir Müslüman Türk Toplumunun bulunmasıdır. Hafızanızdan gitmiş olabilir. Yunanistan ile Türkiye’nin, Lozan Antlaşması ile karşılıklı olarak her iki ülkede bıraktıkları kendi azınlıklarını korumak ve kollamak yükümlülüğünde olduğunu hatırlatırım. Bu bağlamda, bu sadece bir hak değil, aynı zamanda yerine getirilmesi elzem olan bir yükümlülüktür. Bu nedenle, Batı Trakya bölgesinde bir Türk Konsolosluğu bulundurulması, uluslararası anlaşmaların bir gereği olduğu gibi, Türk Azınlığın anlaşmalardan kaynaklanan sabit istek ve talepleri arasındadır. Yazınızda ayrıca, bir de Batı Trakya’yı isabetsiz bir şekilde… Kosova (!) ile özdeşleştirmeye çalışarak “çile çektiğinizi” söylüyorsunuz. Doğrusu, buna üzüldüm… Ama sayın Hocam, Manifestonuz’da, bu konuları düşündüğünüzde “acı çektiğinizi” ifade ederken, aynı olasılığın bilinen nedenlerden dolayı uluslararası alanda daha ağırlıklı bir siyasi konumu bulunan ıstanbul Rumları için de geçerli olduğunu neden belirtmiyorsunuz?.. Ayrıca, siz burada utopi aleminde “çile” çekerken, karşı tarafta ıstanbul Patrikhane’sinin ekümeniklik konusundaki ısrarı ile “Vatikan tipi bir devletleşme sürecine girme çabası içeresinde bulunduğunu” düşününenlerin ne “çektiğini” sanıyorsunuz? Sayın Hocam, bunların da dışında, ülkemizin en üst düzeydeki dış politika yetkilileri, geçmişte büyük acıların yaşandığı Kıbrıs’ta AB’yi güvence göstererek garantörlüğün ortadan kaldırılmasını savunurken, siz, aynı güvencenin barış ve birlikteliğin hüküm sürdüğü Batı Trakya için neden geçerli olmayacağını düşünüyorsunuz? Size göre bunların hangisi yanlış, hangisi doğru? Sayın şeodorakis, lütfen gerçekçi olalım! Gerçekten Türk ve Yunan halklarının dostluğuna katkıda bulunmak ve her iki ülkedeki azınlıkların bulundukları topraklarda barış ve mutluluk içerisinde yaşamalarını istiyorsak, parmağımızın ardına saklanmadan her şeyi açıkça söyleyebilmek ve anlamsız milliyetçilik hislerine kapılmadan gerçekleri kabul etmek durumundayız. Böyle bir şeyin gerçek olması için de, her iki taraftaki sizin gibi herkes tarafından sevilen değerli sanatçı ve aydınlara büyük sorumluluk ve görevler düşmektedir. Bu nedenle, umarım, yanlış yönde çaktığınız bu “kıvılcım”la ilgili sizin “yangına dönüşmesi” konusundaki dileğiniz gerçekleşmez ve bir an önce söner… Zira Balkanlarda yakın tarihte yaşanan en büyük savaşların ve katliamların hep yanlış yönde çakan basit bir kvılcım ile başladığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Son olarak belirtmek isterim ki, her ne olursa olsun, biz sizi o “asi müzisyen” kimliğinizle çok seviyoruz. Çağdışı kalmış anlayışlarla mücadele ederken, şarkılarınızla coşmak, sizi örnek almak istiyoruz. Sayın Hocam, bizi bundan mahrum etmeyin! Acı bir Türk kahvesi için her zaman Batı Trakya’mıza bekleriz! Ersen TRAKYA- 6 Aralık 2010 Gümülcine