Yeni Demokrasi partisi Serez Milletvekili ve partinin Uluslararası İlişkiler Sekreteri olan Tasos Hatzivasiliou tarafından Serez’in merkezi bir otelinde oldukça yoğun bir katılımla büyük bir etkinlik düzenlendi.
Etkinlik, Konstantinos Filis tarafından düzenlenen ve Milletvekili Hatzivasileiou’nun bir bölüm yazdığı “Tarihin geleceği: Ukrayna’daki savaş küresel manzarayı nasıl değiştiriyor” isimli kitabının tanıtımıydı.
Tanıtımın konuşmacıları Yunanistan eski Dışişleri Bakanı ve iktidar Yeni Demokrasi partisi Milletvekili Dora Bakoyanni, İstanbul’dan gazeteci Manolis Kostidis, Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Araştırma Programları Direktörü ve Rusya-Avrasya ve Güneydoğu Avrupa Bölümü Başkanı Dr. Konstantinos Filis.
Yunanistan eski Dışişleri Bakanı ve iktidar Yeni Demokrasi partisi Milletvekili Dora Bakoyanni söz alarak kısa bir Ukrayna-Rusya savaşı değerlendirmesi yaptıktan sonra sözü Türkiye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a getirdi. Dora Bakoyanni, “Erdoğan seçimleri kaybederse ya Katar’a gidecek, ya da hapse girecek. Sadece o değil tüm aile gidecek. Bunu kendisi de biliyor.” İfadelerini kullanması dikkat çekti.
Dora Bakoyanni konuşmasında şu sözleri sarf etti:
“Erdoğan seçimleri kaybederse ya Katar’a gidecek, ya da hapse girecek”
“Yunanistan-Türkiye meselelerine değinmek istiyorum. Sizler diğer konuşmacıları da dinlediniz aynen söyledikleri gibi. Bugün Türkiye’de tek bir soru işareti var, Erdoğan seçimleri nasıl kazanacak. Erdoğan bu seçimleri kaybedemez, kaybedemez çünkü normal bir demokrasi değil. Geçen gün Kostas Karamanlis (kabuğuna çekilen eski Başbakan) ile konuşuyordum ve kendisine dedim ki Erdoğan Başbakanlığı bırakıp “evime gideyim” demiyor, orası Atina değil. Çünkü Erdoğan seçimleri kaybederse ya Katar’a gidecek, ya da hapse girecek. Sadece o değil tüm aile gidecek. Bunu kendisi de biliyor. Türkiye’de öyle bir zehirlenmişlik var ki sakin bir gelişme olmayacak. Dolayısıyla da seçimleri kaybetmemesi lazım. Benim görüşüme göre zaten kaybetmeyecek, kazanacak. Bu tabii ki benim siyasi değerlendirmem.
Erdoğan’ın kullandığı bu retorik kamuoyu yoklamalarında da görüldüğü gibi kendisine bir artış sağlamış durumda. Neden, çünkü sert milliyetçi bir topluma hitap ediyor, ki bu tür retorik söylemlerde zemin buluyor. Bu yönden kazanmış durumda. Bu tür retorik söylemlerin nereye gideceği varacağı belli değil, ancak hem Türk halkını hem de Yunan halkını zehirliyor. Her gün bu tür söylemleri duyan halkın olumsuz tepki vermesi de gayet normal. Yapılan bir kamuoyu araştırmasının sonuçlarına göre Türk halkının yüzde 65’i bu tür söylemleri kabul etmiyor. Doğrusunu söylemem gerekirse bu sonuç beni şaşırttı, ben zehrin Türk toplumu içinde daha derine gittiğini zannediyordum.
Değerli dostlar, biz diğer yandan mükemmel olarak hazırlıklıyız. Yunanistan 3,5 yıl önce çok zor bir durumdaydı. Silahlı kuvvetler sadece gerekli olduğundan dolayı hazırlıklıydı. Buna rağmen 2020 yılında silahlı kuvvetler çok zor bir durumu (Meriç sınırında mültecilerle yaşanan olaylar) kontrol altına aldı ve birçok insan bu konu hakkında bir şey öğrenmedi. Şu an silahlı kuvvetler Evros’ta (Meriç) Erdoğan’ın ikinci silahına karşı koyuyor, göçmenler silahı. 2020 yılında 24 saatte Başbakan Miçotakis Avrupalı yetkilileri sınıra getirip bir hibrit saldırının var olduğunu gösterince, işte o zaman tüm Avrupalıların dudakları arasından şu cümleler döküldü, “evet, Yunanistan’ın sınırları Avrupa’nın da sınırlarıdır” dediler. Biz bunu sürekli söylüyorduk, ancak birileri uzun yıllar sağır ve dilsizdi. 3,5 yıl sonra bugüne gelindiğinde Yunanistan yapmış olduğu anlaşmalarla bölge ülkeleri tarafından bir saygınlık sağlamış durumda. Bu da günümüzde çok ama çok önemli. Mısır’dan Cezayir’e kadar nerede Yunanistan’ın sesi duyuluyorsa bir saygınlık var, Türkiye de bunu biliyor ve görüyor. Ve tabii ki de bu hoşuna gitmiyor ancak geleceğe yönelik planladığı stratejik hamlelerin içine bunları da göz önünde bulundurmak zorunda olduğunu da bilmelidir.
Biliyorsunuz ben yıllardan beri hep diyalogdan yanaydım, ancak diyalog olsun diye değil, şartsız diyaloga tabii ki hayır. Belli bir çerçevesi olan bir diyalog, uluslararası hukuka ve deniz hukukuna dayalı bir diyalog olmalı ve Türkiye ile ya anlaşacağız yada anlaşmayacağız. Büyük ihtimalle Türkiye ile anlaşamayacağız. Kendilerine söylediğimiz şey çok basit, beyler imzanızı koyun ve Lahey’i kabul edin, Lahey’in değerlendirmesini kabul edin. Ülkeler arasında üç çözüm vardır, birincisi bir diyalog yapıyorsunuz ve anlaşıyorsunuz, diğeri ise diyalog yapıyorsunuz anlaşamıyorsunuz ve uluslararası bir hakemlik talep ediyorsunuz ve anlaşamıyorsunuz ve üçüncüsü ise savaş yapıyorsunuz. Bunlar üç çözüm şekli, başka yok.
Dolayısıyla eğer Türkiye başkalarına da söylediği gibi deniz bölgelerinin sınırlandırılmasını ve Münhasır Ekonomik Bölgelerin belirlenmesini istiyorsa (Halep oradaysa arşın da burada) uluslararası hukukun öngördüklerini kabul etmesi gerekir. Anlaşamazsak biraz önce de dediğim gibi Lahey’e gidelim. Bunu yapmıyor, neden yapmıyor. Türkiye’nin ilk kez tarihinde bir görüşü var, başkada kimsede yok. Yani adaların hiçbir şeyi yok, sadece 6 mil hakkı var. Bu dünyada hiç kimse tarafından kabul edilebilir bir durum değil, bu hiçbir yerde belirtilmiyor ve hiçbir uluslararası kurum ve kuruluş tarafından ve yasalar tarafından desteklenmiyor. Kaldı ki sadece Yunanistan’da adalar yok, tüm dünyada ülkelerde adalar var. Dolayısıyla bu kendiliğinden kabul edilecek bir durum olamaz. İşte Türkiye’nin diyaloğu kabul etmemesinin asıl temel sorunu da budur. Uluslararası hukuka ve yasalara dayanan Yunan tezlerinden korkuyor. Seçimlerden sonra ne olacak, inşallah Allah bazı insanlara akıl verir de başka bir faz şekline geçeriz. Ancak Türkiye’deki seçimlere kadar Yunanistan her daim 7-24 uyanık olmalıdır, ülkemizin müttefiklerini ve dostlarını bilgilendirmeye devam etmeliyiz. Size temin ederim ki Türkleri en fazla sinirlendiren şey, Yunanlıların kendine olan güveni ve sakin oluşlarından başka hiçbir şey değil.”
Yeni Demokrasi partisi Serez Milletvekili Tasos Hacıvasiliu da kitabın tanıtımında söz alarak konuyu doğrudan Yunanistan-Türkiye ilişkilerine getirdi. Konuşmasının neredeyse tamamı Türkiye ile ilgiliydi.
Milletvekili Tasos Hacıvasiliu şunları dile getirdi:
“Türklerin hedefi Yunanistan’ı korkutmaktan başka bir şey değil”
“Türkiye, Ukrayna krizinden puanlar kazanmak için gayret etti. Türkiye belki özellikle son döneme tahıl sevkiyatı ile uzun vadeli kazanmış gibi görünse de, aslında bunun temeli, Erdoğan’ın Putin ile geliştirdiği stratejik ilişki temelinde oldu ki iyi bir ilişki, iyi bir kimya oluştu bu da şimdilik Rusya’nın işine geliyor. Ancak Türkiye, Rusya ile ilişkisinin eşit olmadığını unutuyor. Rusya Türkiye’den her aşamada bir klik daha yukarıdadır büyük devlet olarak ve bu ilişkinin şimdilik böyle olması kimseyi aldatmamalıdır. Bu ilişki her zaman Kremlin’den sorulmaktadır.
Türkiye Rusya’dan S-400 sistemi aldı ve akabinde ABD Türkiye’yi Yunanistan’ın da kısa süre sonrası alacağı F-35 programından çıkardı. Bunun sonrasında Türkiye, tüm ilişkilerini koparmak üzere harekete geçti ve şu an adeta “Kremlin’in kucağına” yaslanmış durumda. Türkiye aynı zamanda Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını kınadı. Ama Kremlin ile ilişkilerini de devam ettiriyor. Türkiye tüm yaptırımları dikkate almadan adeta bir “kara borsa”cı gibi hareket etmeye devam ediyor ve şu an tüm batı malları Rusya’ya Türkiye üzerinden ulaşıyor. Ve Türkiye bu işten para kazanıyor. Ancak Türkiye NATO ülkesi olduğunu unutuyor. Dolayısıyla NATO bir yol izlemesi gerekiyor ama maalesef şu an bunu da yapmıyor.
Türkiye, Ukrayna savaşı sonrasında Çin’den Mao’nun bir retoriğini benimsemeye başladı, “büyük kargaşa mükemmel durum”. Son döneme Erdoğan bunu yapıyor. Ülkesinin haksızlığa uğradığını hissediyor. Erdoğan’ın düşüncesi İmparatorluktan sonra haksızlığa uğradığını ve gerekenleri alamadığından şikayetçi. Dolayısıyla da Türkiye revizyonist hareketleri içinden kendisini uluslararası alanda ortaya koyuyor. Sayın Bakoyanni ile de defalarca konuştuk, revizyonizm Türkiye’de şimdilerde görülen bir hastalık değil, Türkiye’nin dış politikası son döneme bu yönde devam ediyor. Kaldı ki Türkiye’deki seçimlerde hükümet değişse bile bu değişmeyecektir ve uzun zaman bu soruna mücadele etmeye devam edeceğiz. Şu an Türkiye’de büyük siyasi partiler her gün revizyonizm üzerinden yarış yapıyor. Örneğin Erdoğan bir bakıyorsunuz 16 adayı hatırlıyor ve egemenliklerini sorguluyor, diğer yandan CHP adaları 25 yapıyor, Akşener 35 yapıyor ve bu şekilde devam ediyor. Şunu söylemek istiyorum, Ankara’nın uyguladığı bu politika kolay kolay bitmeyecek, uzun zaman bununla iç siyaset beslenmeye devam edecek.
Şu an Türklerin hedefi Yunanistan’ı korkutmaktan başka bir şey değil. Biz korkalım ve Uluslararası Hukuktan doğan haklarımızı kullanmayalım. Ancak son 3,5 yılda bu hükümetten böyle bir başarı kimse beklemiyordu. On yıllardan beri devam eden sorunları çözmesini kimse beklemiyordu. Örneğin İtalya ile deniz yetki alanlarının belirlenmesi, Mısır ile yine aynı şekilde çalışmaların devam etmesi gibi. Türkler, Yunanistan’ı Doğu Akdeniz’de sorunları çözen değil, sorun yaratan bir ülke olarak öne çıkacağını tahmin ediyorlardı. Ancak biz mantık dışı bu retorik söylemlere katılmıyoruz. Türkiye’deki yöneticiler kim ne isterse söylesin, biz onlarla retorik söylemler yarışına girmeyeceğiz. Ciddiyiz, güçlüyüz ve sırasıyla olaylara soğukkanlı bir şekilde yaklaşmaya devam ediyoruz, bu hükümet bu şekilde çalışıyor.
Peki Türkiye ne yapıyor; metodik bir şekilde sıcak bir çatışma olayının hazırlığını inşa ediyor. Burada sakın şunu yanlış anlamayın sakin kalın, Türkiye Yunanistan ile sıcak bir çatışma istediğini algılamayın. Çünkü bundan kolay kolay sıyrılamayacağını çok iyi biliyor. Biliyor ki Yunanistan büyük bir ülke, güçlü bir ülke ve son 3 yılda güçlü bir silahlı kuvvetler oluşturduk. Dolayısıyla zannetmiyorum ki Türkiye bizimle sıcak bir çatışmaya girsin. Bunun farkında. Türkiye şunu yapmak istiyor, bizi sıkıştırmak, tahrik ederek ilk hareketi bizim yapmamızı ve haksız bir konumda bulunmamızı sağlam istiyor. Ancak bugün ülkemizin yönetimi ciddi bir duruş sergiliyor ve bu tuzağa düşmüyor.
Türkiye’yi rahatsız eden bir başka olay, Yunanistan’ın uluslararası bir söz sahibi ülke konumuna gelmesinin başarısıdır. Mesela Başbakan Kiriakos Miçotakis’in birkaç ay önce Kongrede Yunanistan’ın tezlerini savunması ve kararlılıkla ortaya koymasını Türkiye hazmedemedi. Bu da neyi gösteriyor, ülkemizin konumu dışarıda o kadar iyi o kadar güçlü ki bir önceki hükümet bunu başaramadı. Yunanistan şu an böylelikle dışarıda daha fazla müttefik kazanıyor. Son olarak kim derdi ki Almanya Yunanistan’ın tezlerini savunacak konuma gelsin, bunu Ankara’nın Almanya ile ilişkilerini bilenler daha iyi anlar. Neticede bu hükümet dış politikadaki bahisleri kazanmaya devam ediyor.
Son olarak şununla bitirmek istiyorum, Girit’in güneyinde ve batısında hidrokarbon araştırmalarına başlandı. Bu da şunu gösteriyor, bu hükümetin dış politikasını enerji politikasının güvenlik direğini oluşturuyor. Enerji güvenliği çok önemli. Bu yolda çalışmaya devam ediyoruz. Şu an çalışmalar başladı ve 5-6 yıl sonra doğal gaz varlığını konuşabiliriz.
Buradan Türkiye’ye bir mesaj gönderiyoruz; onlar yasadışı Türk-Libya mutabakatında ısrar ediyorlar, bizler ise yasal karalar ve hiç kimse tarafından inkar edilmeyen uluslararası hukukun temelinde devam ediyoruz ve Libya’ya da bir mesaj göndererek er veya geç yasal bir şekilde bizimle konuşmak zorunda kalacağını bilmesini istiyoruz. Haritalara bakın, Libya’nın Türkiye ile kıyıları yok, Yunanistan ile var. Dolayısıyla Trablus’ta durum sakinleşince er veya geç güney komşularımız bizimle konuşmaları gerektiğini anlamaları lazım.”
Ne de güzel kitap tanıtmışlar…ha ha ha